Eğitim, sadece bilgiyi aktarmak değil, öğrenciye düşünmeyi öğretmek, ufkunu genişletmek ve ilham vermekle ilgilidir.Ancak, bazı akademisyenler için eğitim; bir slayttaki cümleleri monoton bir ses tonuyla okumaktan öteye geçmiyor. Üniversite eğitimi; sorgulamanın, tartışmanın, öğrenirken üretmenin merkezi olması gerekirken, neden hâlâ bazı akademisyenler dersi bir slayt sunumundan ibaret sanıyor? Bu haftaki yazımızda, üniversite eğitiminde akademisyenlerin en büyük hatası olan “yalnızca slaytlara bağlı kalarak tekdüze bir şekilde ders anlatma” konusunu ele alacağız.
Bir üniversite öğrencisinin en büyük hayal kırıklıklarından biri, büyük bir heyecanla girdiği bir dersin akademisyenin slayttan monoton bir şekilde okumasıyla başlaması oldu. O an sınıfta bir sessizlik olur ama bu sessizlik odaklanmaktan çok sıkılmaktan kaynaklanıyor. Bir süre sonra gözler kayar, zihin başka yerlere gider ve dersin sonu iple çekilir. Peki, akademisyenler neden bu kadar mekanik bir yöntemle ders anlatmayı tercih ediyor? Aslında bu durumun tek suçlusu akademisyenlerin olmadığını, hem üniversite yönetiminin hem de akademisyenin ortak suçlu olduğunu düşünmekteyim. (Üniversite yönetiminin de onları bu yönteme ittiğini söyleyebiliriz.) Akademisyenlerinin hatası; öğretmenlik eğitimi almadan, doğrudan kendi uzmanlık alanında ders vermeye başlaması olduğunu söylenebilir. Hal böyle olunca, en pratik ve zahmetsiz yöntem olarak slaytlara yöneliyorlar. Çünkü slayt hazırlamak, dersi interaktif hale getirmekten ya da öğrencilerle birebir ilgilenmekten çok daha kolay. Bunun yanı sıra, akademisyenlerin üzerinde sürekli bir araştırma ve yayın baskısı var. Akademik kariyerlerinde ilerleyebilmek için ders anlatımına ayıracakları vakti makale yazmaya, projeler üretmeye harcamak zorundalar. Bir de dersin kalabalık sınıflarda işlendiğini düşünürsek, öğrenci katılımını sağlamak yerine tek taraflı anlatımla süreci yönetmek onlar için daha az zahmetli oluyor. Tabi bunun haricinde üniversite yönetimi tarafından verilen onlarca “angarya” iş de var.
Ancak artık bu durum artık sürdürülebilir değil. Bilgiye erişimin bu kadar kolay olduğu bir çağda, üniversitelerin hala eski yöntemlere bağlı kalması büyük bir sorun. Bugün bir öğrenci, YouTube’da konunun uzmanlarından ders dinleyebilir, yapay zeka destekli öğrenme araçlarıyla çalışabilir veya dünyaca ünlü akademisyenlerin açık derslerine ulaşabilir. Hal böyleyken, bir akademisyenin sınıfta sadece slayt okuyarak öğrencilere gerçekten bir şeyler katması mümkün mü?
Gerçek Akademisyenlik Nedir?
Akademisyenlik, yalnızca derslerde slaytlardan okumakla sınırlı bir meslek olmadığını düşünmekteyim. Gerçek akademisyenlik; bilginin üretilmesi, analiz edilmesi ve öğrencilere etkili bir şekilde aktarılması sürecini içerir. Üniversiteler bilgi üretim merkezleri olarak görülmelidir ve bu kurumlarda görev yapan akademisyenlerin temel görevi, öğrencilere yalnızca bilgiyi ezberletmek değil, onları araştırmaya, sorgulamaya ve düşünmeye teşvik etmektir. Akademisyenlik, bilginin sadece aktarılması değil, aynı zamanda üretilmesi ve öğrencilere anlamlı bir şekilde sunulmasını gerektirir. Gerçek akademisyenler, derslerini etkileşimli hale getirerek öğrencileri sürece dahil eden, onları araştırmaya teşvik eden ve konuları derinlemesine ele alan kişilerdir.
Akademisyenlerin Slayttan Okuyarak Ders Anlatmasının Öğrencilere Zararları Nedir?
Bu soruyu biraz akademik yazılardan irdelediğimizde karşımıza “pasif öğrenme” kavramı çıkıyor.Pasif öğrenme sürecinde öğrenciler, sadece akademisyenin sunduğu bilgileri almakta, ancak bu bilgileri analiz etme ve yorumlama sürecine dahil olmamaktadır. Bu durum, eleştirel düşünme becerilerinin gelişmesini engelleyerek öğrencilerin bilgiyi içselleştirme sürecini zayıflatmaktadır (Freire, 1970). Harrington ve Zakrajsek (2017) tarafından yapılan araştırmada, derslerde yalnızca PowerPoint slaytlarına dayalı anlatımın öğrencilerin dikkat süresini azalttığı ve bilgi kalıcılığını düşürdüğü gösterilmiştir. Eleştirel düşünme becerilerinin gelişebilmesi için öğrencilerin bilgiyi analiz etmesi, karşılaştırması ve sentezlemesi gerekmektedir. Ancak, slaytlardan düz bir şekilde okunan bilgiler, öğrencileri bu süreçten uzaklaştırarak onları ezberci bir öğrenme modeline yönlendirmektedir (King, 1995).
…Hem akademik hem de kişisel yorumlarımla özetlediğim gibi akademisyenlerin en büyük sorumluluğu; bilgiyi aktarmak değil, öğrencileri öğrenmeye teşvik etmek olmalı. Öğrenci merkezli eğitim, teknoloji destekli dersler ve etkileşimli anlatım artık bir tercih değil, bir zorunluluk haline geldiğini de görmekteyiz. Doğru bilginin artık pahalı değil ama iyi bir eğitimin hâlâ çok değerli olduğunu da söylemeden geçmeyeceğim. İşte tam da bu yüzden, üniversite derslerinin öğrencileri uyutan değil, onları düşündüren ve geliştiren bir yapıya evrilmesi gerekiyor. Aksi takdirde “bu gençlere NEET’tik?” demekten başka bir sonuç üretmeyen binalar ve bu binaların içerisinde slaytları okuyan akademisyenlerin ötesine geçemeyeceğiz.
Bu yazımda bir eğitim teknolojisi girişimcisi ve eğitim uzmanı olarak “yalnızca slaytlara bağlı kalarak tekdüze bir şekilde ders anlatma” konusunu detaylara girmeden kısaca ele aldım.
“Yeni yazıda buluşmak dileğiyle, bilgiyle kalın.”
Saygılarımla,
İrfan BAŞKAYA, MSC
[Kaynakça]
Freire, P. (1970). Pedagogy of the Oppressed. Bloomsbury Publishing.
Harrington, C., & Zakrajsek, T. (2017). Dynamic Lecturing: Research-Based Strategies to Enhance Lecture Effectiveness. Stylus Publishing.
King, A. (1995). Designing the instructional process to enhance critical thinking across the curriculum. Teaching of Psychology, 22(1), 13-17.