Dünya gıda sanayinin gelişmesini oluşturan tarım sektörünün gittikçe artması, market raflarında ülkemizde üretilmeyen ve teknolojisi bulunmayan ürünlerin gittikçe artması, tarım ekonomisi inisiyatifinin aleyhimize evrildiği ve bu durumun gerçekliği dev adımlarla ilerlemektedir.
Gıda ürünleri topraktan ve hayvandan elde edilen tarım ürünleri, işlenmiş tarım ürünleri sanayi ürünü formuna dönüşmüş (Fındık, Çay, Zeytin, Ayçiçeği vs.) tarım ürünleri olarak üç bölümü oluşturmaktadır.Tüm gıda ürünleri tarımın birçok sektöründe üretilen bir değer zinciri içerisinde hammadde ve mamul madde olarak insanlara sunulmaktadır.
Dünyada tarımını geliştirmiş ülkeler hem üretim planlamasına ve hemde fiyatlara müdahale ederek desteklemeleri kesintisiz ve en üst düzeyde sürdürmektedirler.
Ülkemizde böyle bir planlama olmadığı için çiftçi planlamayı kendisi yapmakta ve maliyet ne olursa olsun üretici ürününü bir sonraki yılda yapacağı faaliyeti finanse edecek karı sağlayamadığından dolayı maddi kaynak aktaramamakta ve ciddi sıkıntı yaşamaktadırlar.
Bu hususta çiftçilerin fakirleşmesine ve banka ile kredi taksiti arasında bir nevi ezilmesine zemin teşkil ederek tarımdan kopmasına sebep olmaktadır.
Aslında devlet çiftçilere istikrarlı bir şekilde emeğinin karşılığını garantileyen gelir vermeyi, kırsal kesimi kalkındırmayı, bölgesel kalkınma prensiplerini artırmayı, tüketici kesime güvenli gıdayı ucuz ve göreceli fiyatlarla sağlamayı amaçlamalı ve bunu planlayarak gereken finansal kaynak olarak bütçeye de karşılığını koymalıdır.
Bu hususları gerçekleştiren ülkeler üretim fazlası oluşturarak ihraç teşviklerinide alarak dış satım yapmaktadırlar.
Halbuki ülkemizde tarımda dış satımın örgütlenmiş olan bazı çiftçi sosyal oluşumları (Birlik, Kooperatif, Şirket vs.) hariç ihracat ve ithalatın çok önemli bir kısmını tarımla ilgisi olmayan firmalar yaparak, bir ölçüde üreticinin örgütlenmesi engellenmektedir. İşte bu husus aynı zamanda çiftçinin sömürülüp yalnız bırakılarak sonunda yıllarca biriktirdiği ve deneyimleyerek geliştirdiği üretim kültürünü ve toprağını kaybetmekle sonuçlanmaktadır.Yani ülkemizde çiftçinin eline geçen sübvansiyona bakıldığında tüm Avrupa devletlerindeki çiftçilerin çok çok altında kalmakta ve bu ülkelerdeki sanayinin yüksek katkı payına karşı, çiftçilerin refahını geliştirmek için verilen sübvansiyonlar çiftçide sermaye birikimi oluştururken ülkemiz çiftçileride icra kapılarında cebelleşmektedirler.
Tarım sektöründe yürütelen faaliyetlerde çiftçinin milli gelirden aldığı pay, çok düşük olmakla birlikte, gıda ürünlerinin ihracatıyla ithalat arasındaki dengenin ithalata doğru kaydığı görülmektedir.
İthalatta güçlü bir koruma sisteminin olmaması ve ülkemizde üretilen ve aynı zamanda talebi karşılayacak seviyede olan ürünlerinde ithaline izin verilmesi, tarımsal üretimi çok önemli ölçüde etkileyen faktörlerdir.
Aynı zamanda bu husus tarım ve gıda üretiminin ne derece düşük düzeyde gerçekleştiğinin ve çiftçinin korumasız olduğunun somut bir göstergesidir.Bu sorun tarımda güncel bir çıkmaz olup, ihtiyaca göre sübvansiyonlar artırılmalı ve destekleme fonları yükseltilerek tarımsal topraklarımız ve çiftçimizde nasibini alsın ki daha çok üretim yapılarak tüketiciler ucuza gıda alabilsin.
Ayrıca gerek orta doğu, gerekse Avrupa birliği ve diğer ülkeler Türkiyenin dışardan yoğun tarımsal ve gıda ürünü almasını fırsat bilip sübvansiyonları azaltmakta ve bu hususta ülkemizde gıda fiyatlarının tırmanmasına neden olmaktadır.
Yani ülkemiz yarattığı taleple Avrupanın sübvansiyonunun azaltılmasına yardımcı olmakta haliyle ithalat fonuda azalarak aradaki gelir ülkemizden Avrupaya bizim ellerimizle transfer edilmektedir.
Bu sorunları aşmamız için Türk tarımının dünyada tarımı gelişmiş ülkelerin standartlarına çıkarılması zorunludur.
Bu olaya ticari açıdan bakıldığında dünyada her on yılda bir tarımsal üretim yüzde iki-üç gibi artarken ülkemizde de aksine azalmakta,gıda fiyatlarındaki durdurulamaz artış enflasyonuda çarpan etkisiyle artırmaktadır.
Aynı zamanda bir tarım ülkesi olmamıza rağmen tarım dış ticarrtinin 0/075'ini gelişmiş ülkeler yaparken bizde talepte bulunma konumumuzu değiştirmemekte direnmekteyiz.
Bu ve benzeri koşullar yanında gelir getirici özelliği yüksek olan gıdalarda globalleşme giderek yaygınlaşarak bir çok ülkeyi sarsmaktadır.
Gıda maddeleri insan sağlığlığını ve yaşamını doğrudan etkileyen ürünler olduğu için hiç bir devlet bu konuda dışa bağımlı olmak istemez.
Tarihde olduğu gibi tarımda ve gıdada ülkemiz muhakkak çok etkin ve geniş kapsamlı bir korumacılığı, yeni dünya düzenine uyarlamak için yasal çerçevesini acilen hayata geçirmelidir.
Çerçevede tarımsal ve gıda ürünlerine bağlı olarak Türk gıda sanayi'nin dışa açılması üretim fazlası oluşturmaktan geçer.
Bu çerçevede insan, hayvan, bitki sağlığı, çevrenin korunması, kalite standartları ve çiftçi gelir sigortası üzerinden eylemler yürütülmelidir.
Netice olarak ülkemiz; vizyonu ve misyonu gereği temel gıda maddelerinde tüketimin haricinde en az 0/010 kadar üretim fazlası hedefi ve yeterliliği koymalıdır.
Zira ülkemizin; iklim, toprak, tarım ve işlenmiş tarım ürünleri ve gıdada "Karadeniz çevresi ülkeleri, Türk cumhuriyetleri, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine en az 25 milyar dolar ihracat" yapacak potansiyelimizin olduğunu göstermektedir.
Yani ülkemiz bir zamanlar tekstilde gösterdiği başarıyı tarımda da gösterebilmelidir.
Zira bu varlık potansiyel ve bu güç mevcuttur.