Dünyanın nüfusu gittikçe artmakta ve sekiz milyara yaklaşmaktadır.

Bu nüfusu beslemek için yeni tarım topraklarının oluşturulması gerekirken maalesef toprakların da sınırına gelinmiştir.

Mevcut gıda açığını kapatmak ve daha fazla gelir elde etmek için tohumlarda ve diğer girdilerde akıl almaz hileler yapılmaktadır.

Yani gıda sektöründe söz sahibi olan uluslararası holdingler, bu fırsatı kaçırmamak için çeşitli risklere karşı depolarda yıllarca beklemiş ürünleri yeni ürünmüş gibi özellikle geri kalmış, tarımını geliştirememiş, refah seviyesi düşük ülkelere satmakta; oluşan hastalıklara karşı da rantı daha da artırmak için çeşitli ilaçlar üreterek yine aynı ülkelere satarak sömürülerini insan sağlığı pahasına sürdürmektedirler.

Bu anlamda dünyayı kuşatan emperyal zihniyet, temelde menfaatçi bireylerden teşekkül etmiş toplumlar oluşturarak kendi işbirlikçilerini yaratıp önlerindeki engelleri aşmaktadır. İhtiyaçların sonsuzluğu da dikkate alındığında artan gıda gereksinimi ve yaşam şartlarındaki değişiklikler, beslenme alışkanlıklarını da etkilemiş ve ev yemeklerinin yerini konserveler ve hazır yiyecekler almaya başlamıştır.

Bu yaklaşımla gıda maddelerinin işlenmesi, depolanması ve dağıtılma sürecindeki bozulmaları önleyecek tedbirlere titizlikle uyulması zorunluluğunu ortaya koymasına karşın, işin ekonomik boyutu ön plana çıkarılarak bozuk gıdaların tüketilmesi zehirlenmelere ve ölümlere sebep olmaktadır.

Tabii ki bozulan gıdalar bakteriyel, viral, mantari, bilinçsiz ilaçlamalar veya başka nedenlerle zehirlenmelere sebep olmaktadır.

Yaşamak için gıda gereksiniminin artması ve daha fazla kâr etmek için marketlerde satılan ürün kalemleri binlerle ifade edilecek rakamları bile geçmiş olup, bu sistemin kontrol edilebilirliği de gittikçe zorlaşmaktadır.

Ülkemizdeki tek bir gıda marketi zincirinin şube sayısı on bir binlerde olduğu zemininden hareketle her köşe başında üç dört market varken bununla da yetinilmeyip köylerde bile şubeler açılmakta ve denetimler gittikçe zorlaşmaktadır. Durum böyle olunca da kullanım tarihleri geçmiş ürünlerin tarihleri değiştirilerek raflarda yeni ürünmüş gibi satılmaya devam edilmektedir.

Ülkemizde bu derece marketlerin yoğun biçimde açılması, mahalle bakkallarının sonunu getirmiş olup ne olduysa yıllarca devam eden bu düzenin yıkılmasıyla insanlar besleneceğiz diye tükettikleri ürünlerden zehirlenmekte ve vefat etmektedirler.

Toplum olarak; maden faciaları, işçi-çocuk ölümleri, sokaklarda kadınların katledilmeleri, trafik kazaları, intiharlar, uyuşturucu kullanımının yaygınlaşması, orman yangınları, heyelanlar, önlenemeyen maganda olayları gibi toplumsal sorunlar sürüp giderken çekilen bu ızdıraplara bir de gıda zehirlenmelerinin eklenmesi, sanki daha başka şeyler de olacakmış endişesini yaratmaktadır.

Ülkemizde hemen hemen her sahada pestisitlerin ve fumigantların kullanılması bir tarafa, bir de bu işi yapanların eğitimsiz olması ve kontrol edilmemesi, direkt insan canına kast edilmesi gibi ağır bir suç işlenmesine de yol açmakta; bu da ülkemiz ve toplumumuz adına fevkalade üzücü ve vahim bir gelişmedir.

Ayrıca ülkemizden ihraç edilen kuru, yaş veya işlenmiş tarım ürünlerinde zirai ilaç kalıntılarının tolere değerlerin üstünde bulunması nedeniyle gümrüklerden geri çevrilmektedir. Bu ürünler imha edilmesi gerekirken böyle bir uygulama olmayıp ülkemiz piyasasında satılmakta ve sonuçta zehirlenmeler ve ölümler artmaktadır. Ülkemizde tamamen kurumsallaşmış ve bölge bazında hizmet veren zirai mücadele ve karantina teşkilatları kapatılarak yetişmiş uzman kadrolar dağıtılıp, kurumlar dönüştürülerek gelinen sürecin ve yaşanan üzüntülerin temeli işte o zaman atılmıştır.

Artık gıda sektörü, marketler, depolar, taşıma ve dağıtımdaki hijyenik durumlar, aflatoksin oluşması gibi hususlar öyle karmaşıklaşmıştır ki kimin ne yaptığı veya ne yapacağı bile disipline edilememektedir. Zira yüz binleri bulan market şubeleri ve bu sektörde satılan ürünleri kontrol edecek eleman sayısı çok yetersiz olduğu için ülkemiz literatürüne yoğun zehirlenme olayları da girmiş bulunmaktadır. Onun içindir ki; okullarda, kışlalarda, hastanelerde, hapishanelerde, lokantalarda ve otellerde gıda zehirlenmeleri klasik bir gündemden öteye gitmeyen normal bir vaka gibi algılanır hale dönüşmüştür.

Burada temel alınması gereken en önemli kriter; tarlada yapılan ilaçlama ve hasat ile nakliye, depolama, paketleme, fabrika çıkış tarihi ve market rafında yer almasına kadar geçen sürenin titizlikle kontrol edilmesi ve firmanın toplumsal gücü dikkate alınmadan en ağır yaptırımların uygulanmasıdır. Tüm marketlerde kesintisiz kontrol için bir gıda mühendisi, bir ziraat mühendisi ve bir veteriner hekim görevlendirilmesi zorunlu hale getirilmeli ve tüm sorumluluk bu görevlilere verilmelidir.

Bu önlemlerin yanında kontrolü yapmakla yükümlü olan Tarım ve Orman Bakanlığı da yeteri kadar uzman personel bulundurmalıdır. Ülkemizdeki mevcut marketlerin toplam şube sayısı yüz binlere ulaşmışken mevcut sekiz bin kontrolörle sorunun üstesinden gelinmesi olanaksızdır.

Şayet bu ve benzeri tedbirler alınıp kesintisiz ve tavizsiz denetimler yapılırsa sorun minimize edilebilir, aksi halde daha yoğun zehirlenme ve ölüm vakalarıyla karşılaşma gibi bir travmanın sürüp gitmesi kuvvetle olasıdır. Beslenme en temel ihtiyaç olup bunun da tek güvencesi devlettir. O halde yeni sorunların yaşanmaması ve ülkemiz insanının gönül rahatlığı içinde marketlerden alışveriş yapma güvencesi bir an önce oluşturulmalıdır. Yoksa sorunlar çözülmeyip oluruna bırakılırsa gıda ve zehirlenme olayları kaotikleşebilir ve toplum telafisi zor bir çıkmaza sürüklenebilir.