Maden Kanunu'nda yapılan değişiklik torba yasa ile muhalefetin tüm tepki ve itirazlarına rağmen ulusal meclisimizde yasalaştı.
Yasa değişiklikleri sermayenin istediği gibi çıkarılmakta olduğu bir gerçekken ülkemiz sivil toplum örgütlerinin geleceğimizi elimizden alan bu tasarrufa karşı sessiz kalmaları da ayrı bir anlaşılmazlık taşımaktadır.
Emek sömürüsünü yeterli görmeyen yerli ve yabancı şirket konsorsiyumları, doğamızı da acımasızca talan edip arkasında geri dönüşümü olanaksız ve siyanür başta olmak üzere birçok kimyasalla kirletilmiş topraklarımızı da mahvederek karlarını maksimize etme çabası içerisinde saldırılarını devam ettirmektedirler.
Yani bizden sonra çocuklarımıza ve torunlarımıza bırakmakla yükümlü olduğumuz ortak hak ve değerlerimiz göz göre göre elimizden alınmaktadır.
Şirketlerin azgın kar hırslarını devlet öncülüğü olarak gören zihniyet; bu alanda yapılan / yapılacak olan muhalefeti de milli güvenlik sorunu olarak görüp, sert önlemlere (Artvin Cerattepe'de olduğu gibi) baş vurmayı ve kolluk güçleriyle bu mekanizmayı yani talan ve sömürüyü devam ettirmektedir.
Maden Kanunu'nda değişiklik ile kritik mineraller ulusal çıkar ve hatta güvenlik meselesi olarak tanımlanmakta ve çok kritik olup stratejik madenlerin belirlenme yetkisi cumhurbaşkanlığına verilirken yerli ve yabancı şirketlerce bu maden sahaları için ihale dışı tahsis yetkisi getirilip maden bölgeleri Özel Güvenlik Bölgesi ilan edilebilecek.
Sözü edilen maden alanları acele kamulaştırma, sahiplerinin rızası olmadan ellerinden alınarak o alandaki yerleşik halk mülksüzleştirilecektir.
Bununda gerekçesi milli menfaat olarak formüle edilerek başkasına ait bir mülk elinden alınmış olacaktır.
Bir yurttaşımızın orada yasal hakkı olmasına karşın evini ve toprağını terk etmeye zorlanacak buna ise tahliye veya kovma anlamına gelen ifadeler devreye sokulacaktır.
Kısaca bir avuç azınlığın veya sermayedarın çıkarı uğruna yüz yıllardır atadan, dededen gelen o toprakları işleyip üretip geçinirken, gelinen aşamada bir yasa ile yerinden yurdundan edilecektir.
Bu durum sadece zeytinlik alanlarla kalmayacak, Karadeniz'de fındık ve çay bahçeleri, İç ve Orta Anadolu'da buğday tarlaları, Doğu Anadolu köylüsünün meraları ve ormanlar kısacası tüm yaşam alanları bu vahşi durumla karşılaşacaktır.
Sermaye birikimi için emeğin sömürülmesi emek gücünün satılabilmesi adına emekçilerde mülksüzleşeceklerdir.
Tarımdan koparılıp geçim derdi nedeniyle yeraltında çalışmaya mecbur bırakılan genç insanlar Soma'da ve İliç'te olduğu gibi bu politikaların bedelini canlarıyla ödeyerek, arkalarında yetim, dul ve yokluğa terkedilmiş ailelerini bırakarak sonsuzluğa göç etmediler mi?
Dünyada yaşanan son gelişmeler yakın gelecekte ülkemizin bu alanda daha fazla tehdit altında kalacağını göstermektedir.
ABD'nin Ukrayna madenlerine el koyması bu gidişatın açık göstergesi olup, ABD'nin ve AB'nin bu alanda NTE bağımlılığı ve Çin'in tekel konumunda olması, tedarik zinciri güvenliği altında olduğundan zorunlu olarak yeni arayışlara girmelerine neden olmaktadır.
Avrupa Birliği'nin 2024 tarihinde yürürlüğe soktuğu Avrupa Kritik Hammaddeler Yasası kendileri açısından kritik mineral arzını güvence altına alıp, tedarik zincirini çeşitlendirmeye yöneliktir.
Yasa ile yeniden belirlenen stratejik ve kritik madenlerin başında Nadir Toprak Elementleri (NTE) gelmekte ve bu madenler yeşil dönüşüm denilen geleceğin teknolojilerinin ana hammaddeleridir.
Bunun için çok uluslu şirketler büyük bir mücadele vererek dünyayı parsellerken iç içe girmiş bu karmaşık yapı her tarafa saldırmaktadır.
Bu şirketlerin bazıları ülkemizde de madencilik alanında faaliyetler göstermekte ve bunların ortakları da aynı zamanda ABD silah devlerinin en büyük hissedarlarıdırlar.
Zira Gazze'ye atılan bombaları üreten şirketlerle ülkemizde altın madeni çıkaran şirketler aynı kasaya para akıtmaktadırlar.
Yani bizim madenlerimiz ve paralarımızla bizim coğrafyayı (İran, Irak, Suriye, Libya, Gazze vs.) kan gölüne çevirip masun insanlar katledilmektedir.
Onun için meclisten geçen yasayı bu gelişmelerden ayrı görmemek gerekmektedir.
Cumhurbaşkanına verilen sınırsız yetkiler, ÇED sürecinin zayıflatılması, denetimden vazgeçilmesi ve acele kamulaştırma ile topraklara el koyma gibi maddeler uluslararası sermaye ile eklemlenme sürecini hızlandıracaktır.
İşte bu şirketlerin talepleri doğrultusunda Anadolu topraklarına daha fazla müdahale edilecek ve sonunda daha fazla üretim daha çok talan daha çok doğa tahribatı geleceğimizi daha çok tehlikeye sokacaktır.
Bu işin daha anlaşılabilir olması için 1800'lü yılların sonundan itibaren üretilen ve dünyanın en kaliteli KROM madenlerimizin akibetinin incelenmesi yeterli olacaktır.
O günden bugüne kadar üretilen ortalama 120 milyon ton krom cevheri nerelere gitti, kimler için üretildi, kimlerin kasası doldu ve ülkemize ne kadar katkısı oldu?
Bu soruların yanıtlarının hiçte iç açıcı olmadığı da ayrı bir garabettir.
Bu bağlamda kendi jeostratejik gücünün yani dünya hegemonyasının devam etmesi için ABD ve onun işbirlikçileri jeopolitik güce sahip devletlerin ulusal varlıklarını ellerinden alarak (Yeraltı ve Yerüstü) bir çökertme mekanizması yürütmektedir.
Bu durum karşısında bizler de ortak değerlerimizi çocuklarımıza ve torunlarımıza bırakmak için korumak ve jeopolitik etkimizin bölgede sürmesinin bir zorunluluk olduğunu ve buna sıkıca bağlanmak gerektiğini milli bir görev olarak daima sahiplenmeliyiz.
Ayrıca gerekli tüm yasal ve demokratik eylemleri ortaya koyarak geleceğimizin elimizden alınmasına karşı çıkmalıyız.
Aksi halde ne yer üstü ne de yeraltı ortak gelecek ve değerlerimiz ile nede bağımsızlığımız kalır.