Kan ter içinde uykularından uyanıyorsan eğer her gece,

Yalnızlık sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa koynuna,

Olur olmaz yere ıslanıyorsa kirpiklerin artık her şeye,

Anneni daha sık anımsıyorsan, hatta anlıyorsan,

Kalbin bir mektup gibi buruşturulup fırlatılmış,

Kendini kimsesiz ve erken unutulmuş hissediyorsan,

İçindeki çocuğa sarıl.

Sana insanı anlatır.

Biz büyüsek de, içimizdeki çocuk hiç büyümedi ki diyorum bazen kendi kendime.

60'lı yıllar hoşgörünün, yardımlaşmanın ve mahalle kültürünün tavan yaptığı yıllar.

69 yılında ilkokula başladığım ilk günden, mezun olduğum 74 yılına kadar geçen günlerimi bugünkü gibi hatırlıyorum desem, inanın kesinlikle abartmış sayılmam.

Okul hayatımız siyah beyaz ağırlıklıydı ama yaşamımız çok renkliydi.

Hepimizin giydiği siyah önlük, beyaz yaka ve aksesuar olarak cebimizde bulunan olmazsa olmazlarımızdan ismimizin baş harflerinin işlendiği mendilimiz.

Beş yıl boyunca zevkle giydiğim en güzel kıyafetim, yaşamım boyunca hiç unutamadığım anıları birlikte yaşadığım, cebinde işlemeli mendili olan, beyaz yakalıklı siyah önlüğümdü.

İlkokul dördüncü sınıftaydım, rahmetli babam bana önlüğümle uyumlu beyaz renkte yeni bir pantolon almıştı.

Sabahçıydım, her zamanki gibi sabah erken kalkıp okula gittim.

Dersler bitince, zil çalar çalmaz öğlenciler gelmeden önce okulun bahçesinde buluştuğumuz arkadaşlar, "Aramızda bir maç yapalım," dediler. Hayır demek ne kelime!

Hemen kaleler kurulur, en iyi top oynayan arkadaşlar kaleye kim geçecek, ileride kim oynayacak varana kadar takım arkadaşlarını seçer, taktikler verilir ve maç başlardı.

Önlüğüm üstümde, beyaz yeni pantolonumla top oynuyordum.

Zemin betondu.

Bir pozisyonda rakip takımın oyuncusu Birol arkadaşım, gole giderken bana çelme taktı. Beton zeminde takla atarak yüzüstü yere serilmiştim.

Pantolonum diz kapağımdan yırtılmıştı, yüzümü koruma içgüdüsüyle elimi yere koyarak düştüğüm için elime aldığım darbeden dolayı elim kanıyordu.



Şiddetli bir şekilde düşmüş olmama rağmen, ağrıyı sızıyı bıraktım, şaşkın gözlerle pantolonuma bakıyordum.

Eyvah, pantolonum yırtılmıştı! Akşam eve gelince babama ne diyeceğim sorusu beynimi adeta kilitlemişti.

Sonrasında kalktım, maça devam edemeyeceğimi söyledim.

Çocuk aklımla mahallemizdeki çocuk yuvasının tam karşısında Paris Terzihanesi vardı, hemen oraya koştum.

Babam pantolonumu oradan almıştı bana, ismini hatırlamıyorum; kısa boylu, zayıf ve bıyıklı bir amcaydı.

Liseyi bitirene kadar yıllarca elbiselerimi Paris Terzihanesi'nin sahibi o amca dikmişti.

Çok hoşgörülü ve babacan bir adamdı.

Yırtılan pantolonumu gösteriyorum, "Ben şimdi ne yapacağım, babama ne diyeceğim?" diyerek bir yandan da ağlıyorum.

"Üzülme çocuk, hallederiz," deyince dünyalar benim olmuştu sanki.

Eline yüksüğünü takarak yırtık olan yeri, iğne oyası yapar gibi titizlikle dikmişti.

"Haydi artık evine gidebilirsin," demişti.

Eve geldim, akşam olmuştu, merakla babamı bekliyordum.

Pantolonumun yırtıldığını ve sonradan tamir olduğunu fark edecek mi diye.

Evet, korktuğum olmamıştı; babam pantolonumu fark etmemişti.

Birlikte yemek yedikten sonra derslerimi yapmak için odama çekilmiştim.

Rahmetli babam, nüfus kalabalık olunca çift daireyi birleştirip tek daire yapmıştı.

Evimiz, emsallerine göre çok büyüktü, üstelik hepimize ait bir odamız vardı.



Ders çalışmak bahane, Texas Tommiks okumak şahane.

Babam, sabahları işe çok erken gittiği için erken yatardı ama yatmadan önce de hepimizi tek tek kontrol ederdi.

Birden kapıyı açıp içeri girince, Texas Tommiks okuduğumu görünce kızacağını sanmıştım.

Oysaki öyle yapmadı; yanıma oturdu, "Bak evlat," dedi, "Bugün okulda top oynamışsın, düşüp sana yeni aldığım pantolonu da yırtmışsın, hepsinden haberim var," deyince yüzüm kızarmıştı. Cevap vermekte zorlandığımı görünce, "Üzülme oğlum," dedi, "Sen yeter ki derslerine çalış, başarılı bir öğrenci ol, gerisi hiç önemli değil," deyince dünyalar benim olmuştu.

İşte babalık böyle bir şey olmalı demiştim, çocuk aklımla kendi kendime.

Annemiz çok genç yaşta rahmetli olmuştu. Babamız bize hem annelik hem de babalık yapıyordu.

Babamın, bana karşı olan o günkü davranışını bugüne kadar hiç unutmadım.

Ben de evlendikten, çoluk çocuk sahibi olduktan sonra babamdan gördüğüm hoşgörünün aynısını kendi çocuklarıma uyguladım.

Hiç de pişman olmadım.

Hoşgörü, insanı yücelten en önemli değerdir bana göre.

Ve o pantolonumu, şaka değil, tam elli sene sakladım.

Yırtık beyaz pantolonumu, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda üzerine giydiğim ceketimle birlikte çerçevelettirerek Maraş Caddesi'ndeki eski Merkez Bankası'nın olduğu yerde açılan şehir müzesine beş yıl önce bağış yaptığımda,

Müze müdürü Esra Tırmık Hanımefendi, "Çok anlamlı bir bağış," diye bana teşekkür ettiğinde çok duygulanmıştım.

Ara sıra gider, müzedeki yerinde, yırtık pantolonumu ve üzerine giydiğim ceketimi ziyaret ederim.
Alır götürür beni çocukluğumun zaman dilimlerine.

Yırtık pantolonumun yırtık yeri dikkatle bakılmayınca fark edilmese de, şehir müzesinde sergileniyor olması bana gurur veriyor.

Üzerinden çok uzun yıllar geçse de unutamadığı bir anısı ve bir hikayesi olmalı her insanın.

Benimkisi de yırtık pantolonumun hikayesiydi.

Ölümsüzleştirdiğim yırtık pantolonumun hikayesini, şehir müzesinin ikinci katında dilerseniz görebilirsiniz.

Şair der bu şiir hediyem sana
Şu çileli ömrüm ermeden sona,
Gördüğümde mutluluk verir bana,
Müzede sergilenen yırtık pantolon.

Kalın sağlıcakla...