Şöhreti ülke sınırlarını aşmış, Trabzon'un marka yaratan en önemli sanatçılarından, kendi dalında sanatını vefat edene kadar değiştirmeden uygulayan, kendi sektöründe ekol olmuş sanatçımız, hemşerimiz
Seyfi Dursunoğlu.

1 Ekim 1932 tarihinde Trabzon'un Pazarkapı Mahallesi'nde doğmuş, kendisine sorulduğunda çok sevdiği Trabzon'un plaka kodunu işaret ederek, "ölenlerle birlikte toplamda 6+1 kardeşiz" diye gururla söyleyen, şehrimizin yetiştirdiği çok önemli bir sanatçımızdır.

Babası Trabzon'da saatçilik yaptığı yıllarda bu kadar çocukla geçinemeyeceğini anlayınca, İstanbul'a göç etmişler.

İstanbul'da da manifaturacılık yapan rahmetli babası, zamanının ileri gelen esnaflarıyla rekabet edemeyince işini bırakmak zorunda kalmıştı.

Nam-ı diğer Huysuz Virjin, Seyfi Dursunoğlu, çok küçük yaşlarda severek ve isteyerek başladığı, kendi ekolünü yarattığı sanatını icra etmeye başlayınca, tanındıkça ünlenmiş; şöhreti tüm ülkeye yayılınca zamanının en büyük ve şöhretli gazinolarında aranılan sanatçılarından biri olmuştu.


Zamanının en önemli gazino sahiplerinden olan, "Gazinocular Kralı" diye tabir edilen Fahrettin Aslan'ın da vazgeçilmezlerinden olmuştu.

Taksim Maksim, Caddebostan Maksim, Çakıl, Aşiyan, Taşlık, Gar, Lunapark, Bebek Belediye gazinolarının vazgeçilmez sanatçısı olduğu yıllarda bile binlerce kız çocuğuna okumaları için burs vermiştir.

İcra ettiği sanatıyla yetmişli yıllarda sahnelerde fırtınalar estiren sanatçımıza, her röportajında soru sorulduğunda, "Ben Trabzonluyum ve Trabzonsporluyum" demeyi açık yüreklilikle ve gururla söylemekten çekinmemiştir.


Trabzon'un öz çocuğu, büyük sanatkârımız Huysuz Virjin, Trabzon'da açılan şehir müzesine, yıllarca gardırobunda sakladığı sahneye çıktığı ilk günkü kıyafetini, ismini söylemek istemediği hatırı sayılır bir yakınından gelen talep üzerine, destek olsun diye bağışlamak istemiş; Ancak, zamanın belediye başkanı tarafından, ne enteresandır ki, kıyafetinin "gayri ahlaki ve müstehcen" bulunduğu gerekçesiyle kabul edilmeyince, çok üzülmüştü.

Trabzonlu ve Trabzonsporlu olduğunu her zeminde, her fırsatta çekinmeden söyleyen büyük sanatçımız, doğduğu, hiç unutamadığı ve çok sevdiği memleketinin idarecilerinden böyle bir tavır görmeyi beklemiyordu.


Vefasızlık yapanlara nazire yaparcasına, vefatından bir süre önce sağlığında, bütün mal varlığını Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne, kız çocuklarını okutmak şartıyla bağışlayan; 17 Temmuz 2020 yılında vefat eden, kendi ekolünü ve kendi markasını yaratan ve bunu herkese kabul ettiren sanatkârımız, yardımsever, gönlü güzel, yüreği güzel hemşerimiz.


Tanıttığı ve sevdirdiği Huysuz Virjin karakteriyle gönülleri fetheden, kıvrak zekâsı, hazırcevap esprileri ile güldüren, eğlendiren; yaşamın pek çok rengine şahit olmuş Seyfi Dursunoğlu’nun hayat hikâyesidir bu!


"Aaa, Katina'nın elinde makası, biçemez ah, biçemez."

Bu şarkı her başladığında Huysuz Virjin’i anmayanımız var mı?


"Sizden bir şey isteyeceğim; beni görmediğiniz zamanda da sevin lütfen!" diyordu bir keresinde ekrandan.

Bazen insan sonsuzluğu keşfedebiliyor.  Dünya dengeler üzerine kurulu ve insan, aslında toprak olduğunda değil de, unutulduğunda ölüyor !!!

Şimdi bedeninde yaşadığı Seyfi Dursunoğlu hayata gözlerini kapadı.

Ancak öyle bir karakter oluşturdu ki, Huysuz Virjin ölür mü?

Seyfi Dursunoğlu’nu unutmak mümkün mü?


Seyfi Dursunoğlu, çocukluğu için belki tamamen mutlu diyemiyordu ama nihayetinde güzel anıları da vardı.

Örneğin, bu evdeki bir anısını şöyle anlatıyordu:


"Ablamla evcilik oynardık. Yemek yapmayı severdi. Ufak tencereleri vardı; ama büyük ablam evden malzeme vermezdi.
O da bana derdi ki, ‘Kasaba git, de ki, annem düştü, bacağı morardı, bir parça et istiyor, onun üstüne koyacak. İyi gelirmiş de.’

Yalancılığım orada başladı herhalde.

Gider, alır gelirdim. Ve ablam onu yemek yapardı. Nasıl bir yemekti hatırlamıyorum; ama oturur, onu büyük bir iştahla yerdik."

Daha ne anılar!

Hepsi de aslında onun sanatçı yönünü besleyen anılarıydı.

"Bakışın şimşek gibi çakıyor
O güzel gözler beni yakıyor
Hele bir bak, kalbim atıyor
Kirpiklerin gönlüme batıyor"

Ve seneler sonra işte bu kanto çıkıyordu ortaya.


Babası, Seyfi'yi dönemin iyi okullarından biri olan Fecri Ati Lisesi'ne göndermişti.

(Arnavutköy – Bebek arasındaki bu okulun adı sonradan Boğaziçi Lisesi oldu.)

Paralı bir okuldu burası ve Seyfi, ilkokul ve ortaokulu burada tamamladı.


Bu okulda Zeki Müren ile arkadaştı. Ancak Seyfi ortaokuldayken, Müren lisedeydi ve okul müdürünün ortaokul ve liselilerin görüşmesine getirdiği yasakla pek güçlü bir arkadaşlık kuramamışlardı…


Sanatçı olmak istiyordu, tiyatrocu olmak istiyordu.
Tesadüfen, Kulüp 12’de Ramazan eğlenceleri yapılıyordu. Ve şöyle anlatıyordu o günü: "Belkıs Yazıcı diye bir hanım var, o beni ekibine alıyor.
Onun programının arasında çıkıyorum. Bir arkadaşla beraber kanto yapıyorum, içeri giriyorum.

Kıyafet değiştiriyorum, çıkıyorum çarliston yapıyorum.
Tekrar selam veriyorum, peruğumu çıkarıp içeri giriyorum."
Sahneye çıkmıştı çıkmasına da, huysuzluğa gelince, ‘Bunun ilk adımını Günay Bey attı.’ diye anlatıyordu Huysuz Virjin’in macerasını Seyfi Dursunoğlu.

Birkaç yere sanatçı olarak başvurdum; beğenmediler, bir gün çalıştırdılar, gönderdiler. Sonra baktım, Seyfi’yle bu işi beceremeyeceğim, kendi ifadesiyle "Huysuz Virjin tipini yarattım" diyordu.



Yaşlanmıştı artık, KOAH hastasıydı. Hastalığı sebebiyle sahnelerden ayrı kalmak zorunda kalmıştı.


Bütün sanatçılar gibi o da son nefesini sahnelerde vermeyi çok isterdi belki de!

Seni unutmayacağız büyük usta.


Sevmek için 'yürek', sürdürmek için 'emek' gerek. Sevgi ne boğazda, ne mum ışığında yemek yemek, ne de pahalı bir pırlanta demek.

Sevgi; bir lokmada iki mutlu insan demek.



Kalın sağlıcakla...