Ne olurdu, gerçek olsa masallar...
Hepimiz çocukluğumuzda, uykudan önce büyüklerimizden dinlediğimiz masallar ülkesinde yaşamayı çok istesek de, bizim jenerasyonun çocukları bir masallar ülkesinde yaşıyor gibiydi aslında.
Tek başınadır insan.
Herkes bir gün gider, kendinizle baş başa kalırsınız. Bu yüzden kendinizi üzmeyin ve bütün hatıralar kendinize olsun.
Unutmayın, siz varsanız hayat var, siz yoksanız hayat yok.
İnsan dünyaya geldikten sonra, yaşamı boyunca yılları koşar adım tüketip, sona yaklaşınca, geriye öylesine bakıp “Ne çabuk geçti bu ömür” diye iç çekmeye başladığı an, çocukluğunda dinlediği masallar ve içinde yaşamayı istediği masallar ülkesi gelir aklına.
O masallar ülkesi yoktur.
Masallar ülkesini kulağına fısıldayan isimsiz kahramanlar, annesi ve babası da artık yoktur.
Kendisiyle baş başadır artık, yalnız ve tek başına.
Maziyi, çocukluğunu düşünür, ağlamaklı olur birden.
Birlik ve beraberlik içerisinde her şeylerini birbirleriyle paylaşmayı seven, onlarca kişiden oluşan ailesinden artık sadece bir kişi kalmıştır, o da kendisidir.
“Şu çocukluğumuzu ve gençliğimizi hayatımızın sonuna koysalardı da adam gibi doya doya yaşasaydık, ne olurdu sanki” derim bazen kendi kendime.
Güzel ve anlamlı, çıkar ilişkileri olmayan, paylaşımcılığın doruk noktasına çıktığı bir masallar ülkesiydi çocukluğumuz.
Ne olurdu bir an unutup kalsak, ne olurdu gerçek olsa masallar, ya da biz masal olsak dercesine.
Size bir şey söyleyeyim; çocukluğumuzda kulağımıza okunan o masalları ben bu yaşıma kadar hiç unutmadım.
Aradan yıllar geçtikten sonra aynı masalları kendi çocuklarımın kulağına da okumaktan duyduğum mutluluğu belirtmek isterim.
Çocukluğunuz geliyor birden aklınıza, geri dönmek isteseniz de dönüşü yok artık o yolun.
İlkokula gittiğimiz, hayatımızın kilometre taşı sayılan o güzel günleri hepimiz hatırlarız değil mi?
Daha dün gibiydi.
Evimizle okulumuz arası yürüme mesafesi en fazla altı dakikaydı. Buna rağmen yine de erken kalkmış, siyah beyaz önlüğümü giymiş, kolalı beyaz yakalığımı takmış, yaka mendilimi de unutmamıştım.
Siyah deri çantamın içinde kitaplarım, defterlerim ve kalemlerimle okula gitmeye hazır bir şekilde yola çıkmıştım.
İlk viraj, Kalkanoğulları'nın evinin duvarıydı, orayı geçince karşıma çıkan yolun sol tarafında, sıra sıra dizilen atların ve at arabalarının, marangozların, mermercilerin, yumurtacıların önünden geçerek okula gitmeye çalışıyorum. Mahallemiz Pazarkapı, tam bir Trabzon mozaiğiydi.
Kısa bir süre sonra okula varmaya yakın, çocuk yuvasının okulumuza bakan tarafındaki demir kapının önüne geldiğimde, çocuk yuvasından çıkan annesiz, babasız kimsesiz, devletin koruması altında himaye edilen çocuklarla birlikte günaydınlaşır, birlikte okula girerdik.
Onları çok severdim, çünkü ben de annemi çok küçük yaşta, ilkokul çağında kaybetmiştim.
Damdan düşenin hâlinden damdan düşen anlar misali, yuvanın çocuklarıyla çok iyi arkadaştım.
Kimler geldi kimler geçti bu çocuk yuvasından.
Bundan tam otuz beş sene önce, Karabükspor maçına arkadaşlarımı seyretmeye gitmiştim. Eniştem takım kaptanıydı, Karabükspor'un kalecisi, şimdiki Beşiktaş'ın ve Millî Takımımızın kalecisi Mert Günok'un babası, arkadaşım Mahir Günok'tu.
Stada girerken bir polis memuru beni içeri sokmadı. Önce "Ne oluyor?" diye sormaya kalkmadan polis memuru, "Beni tanımadın mı? Ben Pazarkapı’dan, Kanuni’den sınıf arkadaşın Ethem" deyince sarıldık, öpüştük. Çok duygulanmış, ağlamıştım.
İnsan, bir kuş misali, nereden nereye dercesine!!!
Ethem polis olmuş, yıllar sonra Karabükspor maçında görevliyken karşılaşmıştık.
Okulumuzun adı o yıllar Kanuni Sultan Süleyman İlköğretim Okulu'ydu. Rahmetli babam, Temel Kandaz, mahallemizin muhtarı, okulumuzun kurucusu, aynı zamanda isim babasıydı.
Çevre sokaklardan gelen çocuklarla birlikte okulun bahçesinde toplanır, sıraya girer, öğretmenlerimizin gelmesini beklerdik.
Bahsettiğim yıllar altmışlı yıllardı.
O yıllarda okullarda kantin, kafeterya, yemekhaneler yoktu, sadece simit satılırdı.
Sınıf öğretmenimiz, hâlen daha hayatta olan, ellerinden öperim, Cemile Hanım’dı.
Sınıflarımız kırk kişilikti.
Sınıf arkadaşlarımızın çoğunluğunu yuvadan gelen arkadaşlarımız oluşturuyordu.
Hepsi çok güzel, altın kalpli çocuklardı. Birlikte çok güzel anılar biriktirdik.
Ders saatlerimiz altmış dakika, teneffüslerimiz on beş dakikaydı.
Ah, bir de beden eğitimi olduğu günü bizi görseydiniz, ne kadar sevinçliydik, çünkü futbol veya basketbol oynayacaktık.
Beden eğitimi öğretmenimiz Ersin Cora'ydı.
Nedense futboldan çok bize basketbolu oynatıp sevdirmeye çalışırdı.
Hatta bir keresinde okullar arası basketbol turnuvasında okul olarak birinci de olmuştuk.
Pazarkapı'daki okulumuz, Kanuni Sultan Süleyman İlköğretim Okulu'ndan, Başta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sn. Ekrem İmamoğlu olmak üzere Milletvekilleri, siyasetçiler, belediye başkanları, meclis üyeleri ve iş adamları da mezun olmuş, hayata atılmışlardır.
2019 yerel seçimlerinde ilk defa İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Ekrem İmamoğlu, ilkokulu Pazarkapı'daki ilkokulda, Ortaokulu Özel Köşk Ortaokulu'nda, liseyi de Trabzon Lisesi'nde okumuştu.
Seçimlerden hemen sonra Saraçhane'deki makamına kendisini ziyarete gittiğimde, Şu anda oturduğum Soğuksu'daki evimin karşısındaki Özel Köşk Ortaokulu'ndan mezun olduğu yılın diplomasını ve ders notlarını kendisine takdim ettiğimde, Ekrem Başkan’ın çok mutlu olduğunu, gözlerindeki yaşları silince anlamıştım.
Ekrem Başkanı yakından tanırım. Anavatan Partisi'nde yıllarca gençlik kolları başkanlığı yaptığım yıllarda, Babası Sn. Hasan İmamoğlu da bizim Merkez İlçe Başkanımızdı.
(İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Sn. Ekrem İmamoğlu'na makamında ders notlarını ve diplomasını takdim ettiğim ziyaretimden)
Gerek çocukluğumdan gençliğime, Gençliğimden bu yana siyasi hayatımın başlangıcı olan Anavatan Partisi'nden bugüne kadar binlerce güzel insan tanıdım, binlerce hatıra biriktirdim.
2024 yılı Mart ayında yapılan mahalli idareler seçiminde CHP' den Ortahisar Belediyesi Meclis Üyesi seçilsem de, geçmişte siyaset yaptığım arkadaşlarımı, büyüklerimi, Başta o zamanki İl Başkanımız olan Sn. Azer Benli’yi ve yaşanmış tecrübeleriyle bize olan katkılarını asla ve asla unutmadım.
Yaşanmış, bitmiş, üzerinden on yıllar geçmiş hikayeleri, o siyah beyaz günleri yazmayı çok seviyorum.
O günleri hatırlamak istediğimiz zaman, sadece gözlerimizi kapatmamız yetiyor. Başka bir şey yapmamıza gerek kalmıyor zaten.
Kitap okuma alışkanlığı olmayanlardan değilimdir. Fırsat buldukça değil, sürekli okurum.
Severek okudukça, yaşımız ilerledikçe geçmişe duyduğum özlem bir o kadar daha artıyor.
Hiç kimseden yardım almadan, yaşanmış gerçek hikayeleri yazıyorum. "Nereden bulup bunları yazıyorsun?" diyenlere de, “Ben çok şanslıydım. Bu şehrin göbeği sayılan Pazarkapı Mahallesi’nde doğdum, şehrin en güzel yeri olan Soğuksu’daki Atatürk Köşkü'nün olduğu tarihi sokakta büyüdüm” daha ne olsun diyorum.
(1979 yılı Atatürk Köşkü'nün önünde çekilmiş bir fotoğrafım.)
Yazılarımla sizlere aktardığım hikayelerin hepsini, Trabzon’un Pazarkapı Mahallesi’nin tarih kokan sokaklarında, Atatürk Köşkü'nün ve Trabzon’a görevli gelen valilerimizin ikamet ettiği konağın olduğu sokakta, yağmurlarında ıslanarak, Telsiztepe'de kızgın güneşin altında saatlerce top oynayarak, "Beşte haftayım, onda biter" diyerek bisiklet sürerek, çember çevirerek, pokuç ve misket oynayarak, bizzat yaşamışımdır.
Şehrimiz yıllarca şehre ve şehrin kültürüne uzak insanlar tarafından yönetildi, çok acılar çekti. Tarihi dokusunun yüzde altmışını kaybetse de, asaletini hiçbir zaman kaybetmedi.
Ne olursa olsun, bizim için en önemli olan Trabzonluluk ruhunu ve misyonunu kaybetmeden günümüze kadar taşımak en büyük kazanımımız olmuştur.
Bu şehrin geçmişini, yaşanmış hikayelerini bilmeyenler, bilenlere de sormadılar.
Korumayı çok istesek de, Trabzon’umuzun geçmişteki o güzelim silüetini maalesef koruyamadık.
"Söyle Yağmur, Söyle"
Söyle yağmur söyle,
Değmeden yüreğime.
Söyle gökyüzüne.
Çocukluğum, "O" nerede?
Depremler oluyor beynimde.
Haykırsam duyamazsın,
Çağırsam gelemezsin,
Yürekten sevemezsin sen.
Bizi zaman yenecek ve anılar kalacak.
Söyle, ay doğmadan, düşmesin yaş gözüme.
İçimdeki fırtına diner mi,
O günlere özlem biter mi?
Kalın sağlıcakla...