Dünyada kapitalizm hızlı bir şekilde değişirken gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler bu değişime ayak uydurma anlamında,sektörel gelişmelerini tamamlayamadıklarından çağdaş ilerlemeyi ekonomik,siyasi,teknolojik kültürel ve hemde sanatsal yönden yakalamaları imkansızdır.
Bu durumun en bıktırıcı tarafıda,emperyalizmin sermaye baskısından kurtulmayı başaramamaları sonucu sürekli eskimiş bilgileri satın alıp,yeni bilgiymiş gibi kendi seçtikleri siyasilerin kendilerini altatadarak bu bilgilerin toplum tarafından kullanılıyor olmasıdır.
Onun içindirki bir çok ülke bağımsızlığını feda etme anlamında bu merkezkaç kuvvetinin etkisinden bir türlü kurtulamamaktırlar.Yani daha acısı gelecekleri için çok önemli olan yeraltı,yerüstü kaynaklarını ve hatta yılların vergileriyle inşa edilen ulusal varlıklarınıda ellerinden çıkarmada bir sorun görmemektedirler.
Ayni zamanda bu ulus devletler kendi iç dinamikleriyle bütünleşmeyip ayrışıp zayıflayarak sosyal devlet toplumu olmayıda başaramamaktadırlar.Burada en büyük güç uluslararası sermayenin "Dünya ticaret örgütü,Dünya bankası ve İMF" nin dünya ölçeğinde birleşerek geri dönülmesi olanaksız bir güç kazanmış olmalarıdır.Bu bağlamda tarımsal üretimde emek veren üreticilerde ,doğrudan ve dolayılı olarak denetim altına alma mekanizmalarını geliştirip çeşitlendirerek işgallerini her yerde perçinlemektedirler.Artık gelinen aşamada eskiden olduğu gibi savaş yoluyla yapılan paylaşımlar,şimdi ise teknoloji,satın alma,borçlandırma ,kiralama gibi eylemlerle gizli bir işgal sürdürerek tüm olanakları elletinde toplamaktadırlar.
İşte tamda burda tüm sektörlerde olduğu gibi tarım sektörünü elerine geçirmek için araştırma,geliştirme,planlama,gen bankaları,gübre ,ilaç ve alet etevat gibi girdileri üretip satmak için kesintisiz tüm kanallar kullanılmaktadır.Bu etkin sömürü aracı aynı zamanda gıda zincirini ellerine geçirmek için tüm mekanizmaları kullanarak çalışmalarını kesintisiz sürdürmektedirler.Süreci daha etkin hale getirmek için tüm iletişim kanalları ve bilim otoriteleride limitine kadar deneyimlenmektedir.Ancak,ülkemiz bu anlamda iklim,su,toprak,para ve elit insan kaynakları bakımından zengin olmasına karşın , nasıl olurda bu olanaklar kullanılmayıp,tarımda dışa bağımlı hale gelerek uluslararası sermayeye boyun eğeriz anlamak mümkün değildir.
Burada Türk tarımının üretim ve ürün deseni tüm girdiler ile pazarlamanın zaafı,aynı zamanda çok uluslu şirketlere bağımlı hale gelmesinin tek sebebi devlet politikalarındaki yanlışlık olmasıdır.Yani çok bilinen birşey varki kapitalizm toprağın belli ellerde biriktirilmesinden ziyade,burada ücretli ve emekle uğraşan sayı önemli olmayıp ,sermayenin tarımı ve üreticileri hangi mekanizmalarla hegemonyası altına alması sömürünün temelini oluşturmaktadır.Yani çağımızdada yaygın olan kücük üreticileri,gelenekselcileri,kaderci ve muhafazakar bireyleri yani köylüler olarak değilde,sermayenin hakimiyetine boyun eğen , büyük ölçüde geçimlik üretimden kopmuş pazar için üretim yapan,üretim koşulları kapitalist pazar tarafından belirlenen küçük üreticiler olarak algılanmaktadır.
Yani bu kapitalist modelde üretici kendi kendini sömürerek kapitalist pazar için çok ucuza mal üretmekte ve emeğinin karşılığınıda alamamaktadır.Bu bağlamda küreselleşen tarımda tek sebep tarım ülkesi olan devletlerin(Ülkemiz gibi) üretim kaynaklarında üretimi çok pahalı hale getirerek çiftçilerin tarımdan uzaklaştırılması olmuştur.Bundan dolayıdır ki köylü fakirleşmiş,kırsal gittikçe boşalmakta ve göç şehirlere hızlı bir şekilde devam ederken,köylerde sadece yaşlılar kalma ktaiken kırsala yönelik radikal planlamanın hala yapılmayıp siyasi söylemlerle zaman heba edilmektedir.Geleneksel tohum yasaklanıp,sebze fidesi üretimi yapıp satmanın büyük parasal cezası konusunda kanun çıkarılması gübre fabrikalarının ,şeker fabrikalarının satılması , tekelin satılması tütün üretiminin yasaklanması ve tohum ıslah istasyonaları ile topraksu ve zirai mücadelenin kapatılması.herhalde başka bir şekilde izah edilemez.
Üretim tarzı ULUS devleti,köylülük ekonomisi ise aile içindeki dinamikleri ifade etmekle birlikte bu husus oldukça zayıflayarak ulus devletlerde aile birliğine zarar vermeye doğru hızla tırmanmaktadır.Sonuçta bu aileler bırak pazar için üretmeyi artık pazardan ürün almaya mahküm edilmişlerdir.Bu bağlamda tarımsal üretimde bulunan çiftçiler çağdaşlıktan uzaklaşarak direkt veya dolayılı olarak,uluslararası sermaye ile karşı karşıya gelerek yaşam mücadelesi vermektedirler.Onun için ulus devlet çağdaş mantık bağlamında yeni bir köy veya köylülük nasıl yaratılır,bunun araştırmalarını yaparak çiftçiyi ve devleti bu bağımlılıktan kurtararak sosyal yaşamı korumalıdır.
Sonuç olarak; Tarımsal üretimde çağdaş mantığı yakalayıp yerleştirerek,köylülüğu kurumsallaştırmak çok önem taşımaktadır.Onun için dünyada ve ülkemizde güncel tarımsal değişimleri takip etmek,planlamak,anlamak ve üretmeye enteksli hale getirilmek temel hedef olmalıdır.Bunu yaparkende yerel dinamikler ile ulusal ve küresel düzeydeki dinamiklerin iyi analiz edilmesi gerekmektedir.Yani sermaye tarımı nasıl kontrol etmektedir,ne çeşit enstrümanlar üretmektedir,sermaye ve küçük üretici ilişkilerinde devlet ve çokuluslu şirketler nasıl bir rol oynamaktadır ve üretim süreci ne derece sermayeden bağımsızdır gibi sorular ön plana çıkarılarak uzun vadeli projeksiyonlar oluşturulmalıdır.Yoksa uluslararası sermaye bize daha fazla zaman tanımayacaktır.