Genel anlamda gıda ürünleri; topraktan ve hayvandan elde edilenler, işlenmiş tarım ürünleri ve sanayi ürünü formuna dönüşmüşler olarak üçe ayrılır. Tüm gıda ürünleri, tarımsal üretimle başlayan, insanlığa bahşedilen bir kıymet zinciridir. Tarım varsa insanlık vardır; tarım yoksa ne insanlık ne de devlet vardır. Onun için tarımda sürdürülen ve dünyada yaşanan ekonomik ve teknolojik sürece Türkiye yabancı kalamaz ve kalmamalıdır. Türk tarımının ithalatçı seviyeden kurtularak, tarımsal teknolojiyi ekonomik dünya ile rekabet edebilmek için entegrasyonu çok iyi değerlendirip tarımın yeniden yapılandırılması, yeniden açılım içine girmesi artık zaruri bir ihtiyaç haline gelmiştir. Şayet Türk tarımı ayakta kalmak istiyorsa, toplumumuza hayatın gerçekleri yanında geleneksel çizgisini aşmak zorundadır.

Bugün 85 milyon olan ülke nüfusumuzun 2050 yılında 100 milyonu aşıp kocaman bir ülke olduğunda, bu potansiyeli dışarıdan et, süt, peynir, yağ, pirinç ve benzerlerini ithal ederek besleyemez ve yaşatamaz. Bu ithalata ne ekonomi ne de toplum dayanabilir. Onun için ülkemiz bu sıkıntıları gittikçe daha ağır yaşamak istemiyorsa, dünya tarımındaki verim düzeyini ve ürün nitelikleriyle çeşitliliklerini yakalamak, rekabet gücünü korumak ve geliştirmek zorundadır.

Bundan dolayıdır ki ülkemiz, ulusal tarım gücüne çok daha fazla, yani çağdaş ülkeler seviyesinin üzerinde imkân vermelidir. Yani zaman kaybetmeden tarımı ulusal ölçekten uluslararası bir çizgiye taşıyacak atılımcı, yeni yapılanmayı hazırlayıp devreye sokarak üretim planlamasını hayata geçirmek zorundadır. Burada gündeme gelmesi gereken ilk aşama teknolojidir. Bunu hem kendi koşullarında üretmeli hem de sektöre egemen kılmalıdır. Zira tarım teknolojisi; bir ülkenin iklim koşullarına, toprak yapısına, su potansiyeline, topoğrafyasına, kısacası ekosistemine adapte edilmek ve üretilmek durumundadır. Bu nedenlerdendir ki, özellikle bilimsel üretimde gerçekleştirilecek üstün nitelikli, verimli gen kaynakları, yeni çeşitlerden teknolojisiz tarımda ve ülkemiz koşullarında (yapılandırılmamış) istenilen sonucu alma imkânı bulunmamaktadır. Onun için tarımda araştırma (AR-GE) ve geliştirme gayretlerine özel bir önem verilmeli ki sonuç alınabilir aşamaya gelinsin ve ülkemiz ithal tarım çıkmazıyla uğraşmaktan kurtulsun. Bu arada ödediğimiz milyarlarca dolar döviz de çiftçimize kaynak olarak aktarılsın, yani paramız ülkemizde kalsın.

Bunlar yapılmadığı sürece tarımda hangi strateji ve politika uygulanırsa uygulansın, tarımın altyapısı dünya kriterlerine uyarlanmadığı sürece istenilen sonucu elde etmemiz olanaksızdır. Cumhuriyetimiz döneminde, bitkisel ve hayvansal üretim dallarında çok önemli sonuçları alınan araştırma ve teknoloji üretme faaliyetleri gerçekleştirilmiştir. Tabii ki bu çalışmanın en önemli konumunda, yeni ve dinamik bir teknik gücün olması, yaratıcı yenilikler ortaya koymasından kaynaklanmıştır. İşte ilkeli ve vatanına bağlı bu teknik güç sayesinde ülkemiz, buğday ve narenciye satarak fabrikalar kurmuş, ülke bütçesi fazlalık vermiş ve bu ekonomik gelişmeden dolayıdır ki bütçe fazlalılığı harcanana kadar vergiler askıya alınmıştır. Şimdi ise fabrikalar satılarak dışarıdan tarım ürünleri satın alır bir ülke konumuna düşürülmüş durumdayız.

Bugün tarımdaki derin sorunların karşısında, ne üretici ne de tüketici memnun olup, açlık, beslenememe ve gıdaya erişim gibi zorluklar yaşanmakta, insanlar bu duruma feryat figan etmektedir. Yani artık bu sosyal çırpınışlar, ülkemizdeki üretilmişliklerle yetinmenin imkânı kalmadığının ve sona doğru hızlıca gidişin göstergesidir.

Onun için tarımda araştırma ve geliştirmeye devlet çok daha fazla ağırlık vermeli; bedavadan üreticiden ürünü alıp marketlerde devasa fiyatlara satan firmalara, tarımsal ihracat ve ithalatla uğraşanlara, tarım ve ekonomi üniversitelerine ve benzeri tüm kurum ve kuruluşlara AR-GE zorunluluğu getirilmeli ve uymayanlar ağır yaptırımlara tabi tutulmalıdır. Burada esas olan; tarım sektörüyle ilgilenen devlet kurumları detaylı olarak olayın içinde ve bilincindedir. Ancak özel sektörün de bu bilinçle yönlendirilip donatılarak, gerektiğinde imkânlar tanınarak sorumluluklarını üstlenmesi temin edilmelidir. Netice olarak bu ve benzeri politikalar, toplumda olumlu karşılık bulacak ve çözümleyici seçeneklere dönüşecektir.

Bunların yanında tarımsal alanda en büyük kayıp; bunca yetişmiş teknik eleman ve üniversite hocaları varken ülkemizin bu hazır potansiyelini kullanmamamız, çok büyük ve ülke zararına bir eksikliktir. Onun için tarıma destek verecek tüm bileşenleri devreye sokarak yeniden yapılandırma faaliyeti acilen devreye sokulmalıdır. Yapılandırma oluşturulurken kayıp ve kaçaklara müsaade edilmemeli, toplum yeniden üretimle kucaklaştırılmalıdır. Bunun içinde bir üretim seferberliği kapsamında toplum dinamik bir hale getirilmeli ve bunun öncülüğünü de her türlü imkân dahilinde devlet yapmalı ve üstlenmelidir ki ithalatçı bir devlet değil, ihracatçı bir devlet olarak refah seviyemiz yükselsin.