Dünya nüfusu giderek artmakta ve ihtiyaçları sonsuz olan insanlarında gıda gereksinimi aynı yoğunlukta yükselmektedir.
Yani toprak biliminin esaslarına bakıldığında,toprak bir vatanın derisi olup bitkiler için önemli olan siyah toprak tabakası ortalama bin yılda oluşmaktadır.
Yine aynı zamanda bir çocuk doğduğunda 400 metrekare toprağa ihtiyaç duyulmaktadır.
Yani buradan haraketle yılda bir milyon artan ülke nüfusumuz dikkate alındığında dörtyüz milyon metrekare yeni toprağa ihtiyaçı olacaktır.
İşte tam da burada beslenmenin devamlılığı bu hazırlığı zorunlu kılmaktadır.
Bu kriterler çerçevesinde toprağın ne derece önemli ekonomik bir varlık olduğunun tartışılması söz konusu dahi olamaz.
Halbuki ülkemizde bırak yeni doğan ve nüfusumuza katılan çocuklar için yeni, yeni toprak alanları oluşturmayı, bizler mevcut topraklarımızı dahi muhafaza edemiyoruz.
Son 20-25 yıl içerisinde 26 milyon hektar olan tarım arazilerimiz 4 milyon hektar kayıpla 22 milyon hektara düşmüş olup bu azalma gittikçe artmaktadır.
MİRAS HUKUKUNUN ÇÖZÜLEMEMESİ İŞİ
Yani üretim topraktan başladığına göre muhakkak planlamada toprak esas alınmalı ve üretim planlaması ile ürün deseni aynı düzlemde tamamlayıcılıkla bütünleştirilmelidir.
Dünya toprakları gözü gibi korurken, ülkemizde bir daha geri dönüşümü mümkün olmayacak şekilde topraklarımız elden çıkmakta ve çıkarılmaktadır.
Hiçbir toprak parçası rant amaçlı kullanılmayıp üretime endeksli kullanılmalı ki toplumsal gelişimle adaletli bölüşümün devamlılığı sağlanabilsin.
Zira yapılan nüfus projeksiyonlarında 2050 yılında dünya nüfusunun 9 milyara ulaşacağı ve buna göre yüzde 60-70 oranında daha fazla gıdaya ihtiyaç duyulacağı tahmin edilmekte ve ülkemizinde bu süreci kesintisiz yaşayacağı kaçınılmazdır.
Dünyada olduğu gibi ülkemizdede toprakların sonuna doğru yaklaşılmakta ve insanlığı çok ciddi bir gıda tehlikesi beklemektedir.
Onun içindirki bazı ülkeler şimdiden topraksız tarımı geliştirmek için önemli ölçüde ar-ge bütçeleri harrcamaktadırlar.
Yani toprakların erozyon,çoraklaşma,maden arama ve kentleşme gibi faaliyetler yanında tarım arazilerinin tarım dışına çıkarılması işin risk katsayısını dahada artırmaktadır.
Birde bunun yanında miras hukukunun çözülememesi işi ekonomik açıdanda çıkmaza sokmaktadır.
TOPLUMA YERLEŞMİŞ VE GÜÇ ODAĞI HALİNE GELEN...
Yıllar önce toprak üzerinde oynanacak oyunlar görüldüğü için erken Cumhuriyet döneminde toprak reformu girişimleri 1930'ların ortalarında sahiplenilerek çalışmalar başlatılmıştır ve yine 1934 yılında iskan kanunundan başlayarak reform yönünde önemli adımlar atılmıştır.
Burada temel neden olarak, mülkiyet ilişkilerine müdahale etmek ve topraksız köylülerinde bu olanağa kavuşmasını sağlamak gibi milli ve eşitlikçi ulusal manada karlı bir düşünce oluşturulması hedeflenmiş olmasıdır.
Ancak topluma yerleşmiş ve güç odağı haline gelen bazı kronikleşmiş zihniyetlerin, direnme gücü hemde ikici dünya harbinin devam ettiği 1945 yılında kırılarak ,toprak reformu gibi cumhuriyet tarihinin en önemli kanunu meclisten geçmiştir.
Daha açık bir ifadeyle mülkiyet rejimindeki eşitsizliği gidermenin yanında, kırsal kesimde daha fazla insanın toprak sahibi olması ve tarıma elverişli arazilerin pek azının işlendiği bu dönemde, ekili arazilerin genişletilmesini sağlamak diğer bir hedef olarak alınmıştır.
Bunlara paralel olarak ortakçılıkla işlenen büyük arazilerin, topraksız ve az topraklılara verilmesi öngörülmüştür.
Ancak bu kanunun çıkarılmasının öncesinde büyük toprak sahipleri özellikle hükümetin gıda politikalarına karşı direnç göstermişler ve o dönemin büyük toprak sahiplerinden bir milletvekili meclis kürsüsünde yaptığı konuşmada Sadece Eskişehirdeki Topraklarımdan Otuz bin Dönüm Toprağımı devlete bağışlayayım ve bu yasayı geri çekin söyleminde bulunmuştur.
İşte tamda burada topraklarımız üzerinde feodalizmin kronikleşmiş bir zihniyet taşıdığı ayan beyan ortadadır.1927 yılında nüfusun 0/075.80'i kırsalda yaşarken bugün kırsalda yaşayan nüfus 0/06civarında olup aradan 97 yıl geçmesine rağmen kırsalın nüfusu başta geçim sıkıntısı olmak üzere farklı marjinal nedenlerden dolayı şehirlere göç etmişler ve topraklarda elden çıkmıştır.
Bundan dolayıdırki kırsal nüfus yerinde tutulamadığı için üreten toplum kalıpından çıkarak tüketen bir topluma dönüştük.
Aslında işin garip tarafı nasıl olduda bugün ikinci yüzyıla evrilen cumhuriyetin ilk yıllarına dönerek gıda'da dış ülkelerin pazarı haline geldik.
Geçen bu kadar zaman sonra gelinen noktada; toprak-insan ilişkileri çözülememiş tarım sektörü yapısal sorunlarını aşamamış ve insanlarımız gıda'ya ulaşmakta zorlanır duruma gelmişlerdir.
Tüm bunların gölgesinde topraklar elden çıkarken planlı kalkınma çabaları yerini serbest piyasa koşullarına bırakmıştır.
Neticede Türkiye bir çok tarım ürününde dış alımcı konumuna düşerek insanlarının karınlarını doyurmak için savaşan ülkelerden tarım ürünü almak zorunda kalmıştır.
Onun için bir an önce tarımda geniş çaplı bir reorganizasyona gidilerek tüm yapısal sorunlar ortadan kaldırılmalı ve kesinlikle planlı üretim başlatılmalıdır.
Yoksa çiftlik sahiplerinin, esnaf, sanatkar ve sanayicilerin taşınmazlarının büyük bölümünün ziraat ve halk bankalarına kredi karşılığı ipotekli olduğundan olası bir krizde topraklarımızın kimlerin eline geçeceğini tahmin etmek çok zor olmasa gerek.
Üretim toprağın derisinde yapılır onun için üretim, üretim ve planlı üretim.
İnsan ve eşitlik mülkiyetinde üretim.