Yıllardır bağrında yaşadığımız Anadolu'nun misaki milli toprakları insanların temel gereksinimlerini karşılamak açısından yeterli kaynaklara sahiptir. Ancak bu kaynakların adil paylaşımı, işletilmesi ve dağıtımında çok büyük sorunlar yaşanmaktadır. Yaşadığımız yüzyılda dahi toprak reformunu çözmemiş olmamız ülkemiz ve ulusumuz önündeki en büyük sosyal ve bir medeniyet travması olarak güncelliğini korumaktadır. Burada en temel sorun insanların yaşam haklarının yoksulluk tarafından tehdit ediliyor olmasıdır. Tüm dünyada bu sorun yaşanırken bir tarım ülkesi olmamıza karşın bizim ülkemizde de yaşanması batı medeniyeti diye adlandırılan sömürü zihniyetinin ve onun öncüsü emperyalizminde ülkemizi esir almasından kaynaklanmaktadır. Onun için bu yakıcı ve topluma büyük zarar veren algıdan kurtulmak için ülkemiz kendi içinde her alanda bir medeniyet çıkışı yapmak durumundadır.

Yani insan hayatının devamı yemek, içmek, giyinmek barınmak ve korunmak gibi temel ihtiyaçları sürece mümkün olur. Bu ihtiyaçları karşılananlar iyi yaşar, karşılanmayanlar ise fakir veye yoksul kalırlar. Buradaki toplumsal sorumluluk ise rahat yaşayanların, yaşayamayanlara karşı sorumluluklarını yerine getirip getirmediği meselesidir. Zira toplumlar ortak yaşam kriterlerine göre oluşmakta ve en önemliside bu homojenliğin sürdürülebilir çizgide vücut bulmasıdır. Dünya 21.yüzyılı yaşarken ülkemizde hala feodal zihniyetin bir mirasmış gibi ipleri elinde tutması ve insanların fakirleşmesi, ulusal medeniyetin önündeki en büyük risktir. Durum bu derece içler acısı iken insanların üretimden, topraktan ve emekten kopmasıda topraklara yapılan büyük bir ihanettir. Hiç bir Türk vatandaşı bu şekilde yaşamayı/yaşatılmayı haketmemektedir.

Ulusal bağımsızlığımızda bu şekilde gittikçe bağımlı hale gelmekte ve tarım ürünleri ithal edilerek milyarlarca dolar halkımızın hakkından yani midesinden kesilerek birilerinin cebine aktarılmaktadır. Yoksulluk insanlık tarihiyle varolan sosyolojik bir gerçek olup, üretim ve toprak işleme ise bir Devletin en olmazsa olmaz görevidir. Devletin tasarrufunda veya özel şahısların elindeki mülkiyetler gereğinden az işlenmekte ve zamanla bu zengin topraklar tarım dışı amaçlarla kullanılmaktadır. Burada temel sorun bir toprak muhafazası ve birde üretim planlamasının yanında çiftçinin korunmamasıdır. Halbuki toprak işlemesinden ürün pazarlamasına kadar ülkemizde yetişmiş uzman insan kaynakları olmasına karşın, Tarım bakanlığına atanan başta bakan olmak üzere kadroların çoğunun tarım kökenli olmamaları tarımsal evrimin yaşanmasının önündeki engeletin en önemlilerinden birisidir.

Bu hususun  bilinçli bir proje olduğunun algılanmasını doğrulayacak çok çeşitli kriterler mevcuttur. Yasal olmasına rağmen 2014 yılından bu zamana kadar çiftçiye ödenmesi gereken GSMH nın 0/01'inin sadece 0/030'nun ödendiği tamamının niçin ödenmediği ve paranın nereye ve kimlere kullandırıldığı, Üretim planlamasının yapılmayarak çiftçinin ürünün neden tarlalarda çürütüldüğü, Girdi fiyatlarının sürekli yükselmesine rağmen niçin bu hususun önlenmediği, Tarla fiyatıyla market fiyatı arasındaki devasa farkın nicin denetlenmediği gibi daha bir çok sorun insanların yaşam kalitesini düşürmektedir. Çiftçilerimizin zararı pahasına üretimeye devam etmelerine karşın ürünü para etmeyince bunu fırsat bilen aracılar, fiyatı istedikleri gibi belirlemekte ve vatandaşların çebindeki parada iş görmemektedir. Halbuki ülkemiz toprakları verimli, Su kaynakları, İklim, Yetişmiş insan gücü, Tarımı ve üretimi bilen çiftçi ve dört mevsim üretim yapıldığı dikkate alındığında niçin; emeklile, memurlar, çiftçiler ve hatta ülke insanı fakir.

Bu ve benzer soruların cevabı,planlı bir üretim sisteminin olmayışı, sömürünün azgınca devam etmesinin yanında ürüm maliyet analizlerinin yapılmayarak herşeyin üretene bırakılması yani çiftçinin yanlızlaştırılması gibi sorunların önlenmemesi. Dünyada hiç birşeyin tek başına başarılamadığı bir gerçekken ülkemizde bu kural geçerli olmadığı için kurumsal bileşenler bir araya gelerek güç birliği oluşturulamamaktadır. İşte tamda burada tarım bileşensiz yani yetim bırakılarak, ülke dışa bağımlı hale getirilmiş ve toplumdada fakirlik tırmanmaya devam etmektedir. Ana sorunlardan biride ihtiyaçları belirlemede üretim ve toplum iliskilerinin tamamen doğal seyrine bırakılmış olmasıdır. Günümüzde bir insanın hayatta kalabilmesi için alması gereken günlük minimum kalori 2400k/kaloridir. Bu besini alamayan insanla "MUTLAK YOKSUL" olup, işte tam da burada ülkemiz ve zengin topraklarımız tarif edilmektedir.

Netice olarak; zengin toprakların insanları ve sahipleri ne zaman fakirlikten kurtulacağımızın cevabı "ÜRETİM'den geçmektedir. Üretim bir medeniyet olup, aynı zamanda tüm insanların ortak malıdır. Yani medeniyet anlayışıyla refah arasında doğrudan etkili bir ilişki bulunmaktadır. Burada esas olan üretimde direkt ve dolayılı etkisi bulunanların paylarının insan hakları çerçevesinde ve sosyal devlet anlayışında kendilerine verilmesidir. Şayet üreten başta olmak üzere tüketende korunup sahiplenilmiyorsa,burdan refah deyil fakirlik çıkar. Yani medeniyetten uzaklaştıkça fakirlik havuzunda boğulanların sayısı gittikçe artacak ve toplum ayrışımcı bir yola girecektir. Bu sosyal dengenin bozulmaması ve insanların fakirleşmemesi için üretim yolu ne pahasına olursa olsun açık tutulmalıdır. O zaman medeniyet kendiliğinden gelir ve zengin toprakların refah içinde yaşayan insanları olmaya devam ederiz.