Bu hikâyeyi çok severim, hatırlayınca eminim ki sizde çok seveceksiniz.

Yetmişli yıllar, 
ah o yetmişli yıllar... 
Ülkemizin en güzel, 
en sade, en samimi yılları.

Siyah beyazın hakim olduğu sosyalleşmenin zirve yaptığı yıllarda, Türk sinemasının en önemli starlarından Emel sayın ve Tarık Akan... 

Zengin ama şımarık oğlan Tarık Akan, 

Fakir ama gururlu kız Emel Sayın.

Yalancı yarim filiminde anlatılan, Emel sayın'ın müthiş kalabalık aynı zamanda samimi ve içten, iyi günde, kötü günde her şeylerini birbirleriyle  paylaşan yoksul ama çok mutlu bir ailesi var.

Tarık Akan'ın zengin ve aynı zamanda  kibirli bir ailesi vardır. Ağbisi yengesi ve bir kaç arkadaşı dışında kimsesi yoktur.

Bir gün filimdeki sarışın yeşil gözlü kızla (Emel Sayın'la) yolları kesişiyor. 

Hikaye aslında hepimizin yetmişli yıllarda yaşadığı özlemini duyduğu, birlikte olmanın ve sosyalleşmenin ne kadar muhteşem olduğunu anlatan en güzel hikayelerden birisidir.

Ve kızla oğlan bir kamyonet arkasında, günler öncesinden hazırlanan, çeşit çeşit yiyecek ve içeceklerle,  şarkılarla, türkülerle, cümbür cemaat piknik yerine gidiyorlar.

Anlatmak istediğim hikayenin başladığı esas yer burasıdır aslında.

Hepimizinde böyle bir hikayesi vardır mutlaka.

Arkası açık, Dodge marka kırmızı bir kamyonetimiz vardı.
Aile bireyleri ve çoluk çocuk dışında yakın komşularımızdan gelmek isteyenleri de kapılarında sülükçüoğlu kolektif şirketi yazan arabamıza alırdık.

O dönemin şehre en yakın en güzel piknik yapılacak yerleri, Atatürk köşkü,
Soğuksu, 
çifte çamlık, 
Telsiztepe, 
Zafonoz ve Hos'du...

Bizim tercihimiz ise tabiiki Atatürk köşk'ünün bahçesiydi, belki inanmayacaksınız ama hafta sonu Köşk'ün anahtarlarını alır köşkün arka bahçesine kadar arabamızla piknik yapmak için girerdik. 

Kamyonetin arkası açılır açılmaz herkes ellerindeki bohçalar ve sepetlerle aşağı iner, sini bezleri çimenlerin üzerine serilirdi.

Aman Allahım !!! 
Şaşkınlıktan Küçük dilimizi yutacağız neredeyse !!!
Herkes karınca kararınca neler getirmiş neler !!!

kayganalar, hamsi kuşları, yumurta haşlamaları, turşular, tuzlu hamsi, sigara börekleri, su börekleri, köfte ve patates kızartmaları, salatalık, domates, karpuz ve kavunlar ve yanında el yapımı limonata ve ayran pikniğimizin olmazsa olmazlarıydılar. 

Ayran limonata derken söylemeden geçemeyeceğim O yıllar !!! Cola ve gazozlar sadece sinemalarda içilirdi.

Bu kadar şeyi kim yiyecek içecek sakın demeyin, önemli olan orada herşeyin eksiksiz olmasıydı.
mideden önce göze hitap etmesini istediğmiz bir yemek tarzımız vardı bizim.

Yemeğe başlardık büyükler çatal bıçak kullansada, 
biz çocuklar çatal bıçak yerine ellerimizle yemeyi çok severdik.

Yemekten sonra salıncaklar ve hamaklar kurulur kimisi sallanmak ister, kimi uyumak ister, 
kızlar evcilik ve körebe oynamaya hazırlanırken 
biz erkek çocuklar ise top oynamak için, iki kaya taşı arar kaleleri kurar, takımları seçer beşde haftayım onda biter, hey gidi günler heyyyyyy....

Bu günleri yazıp anlatırken bile o günlere gitmemek ne mümkün.

Maçlar oynanıyor, salıncaklar ve hamaklar sallanıyor bir yandan da yemekten sonra içilecek olan çaylar semaverlerde demleniyor, 
bir bakıyorsunizki oda ne !!! çıkınlardan üzümlü kekler, anne kurabiyeleri çıkıyor, 

Annelerimizin sesleri duyuluyor Hasan, Hüseyin, Ali, Ahmet , Mehmet, Ayşe Fatma, oyunlarınıza ara verin tekrar sofraya gelin. 

Elimizdeki üzümlü kekleri ve anne kurabiyelerini yerken bile top oynamayı becerebilen şanslı bir nesildik biz.

Akşam oldu hava kararmaya yakın nasıl yayıldıysak öylece toplanırdık. Yine kırmızı dodge pikabımızın arkasına dolar, herkesi evine bıraka bıraka evimize gelir ve bizi dosdoğru hamama sokarlar, kurnanın başına oturttururlardı.

Gün boyunca oynamaktan, koşmaktan yorulmuştuk. 

Yarın okul vardı ama kim takar okulu ve dersleri, yıkanır yıkanmaz yatardık güya ders çalışır bahanesiyle kitaplarımızın arasına koymuş olduğumuz Texas ve Tommikisleri okurduk, öylece dalar giderdik bir dahaki hafta pazar gününün gelmesini dört gözle beklerdik.

Bizim çocukluğumuz çok renkli geçmesine rağmen aslında siyah beyazdı.

Şu yukarda saydığım hep birlikte yaşadığımız sosyalleşmeler bile bizlere yetiyor ve artıyordu bile.

Şimdiki neslin çocukları yanlız ve kimsesiz, telefonlarıyla başbaşa 
evde kalmayı çok seviyorlar.
Annelerinin,  babalarının yüzlerine bakıp konuşmaktan çok, telefonlarının yüzlerine bakıp konuşmayı çok seviyorlar.

Yeni nesile göre biz çağ dışı kalmış olsakta, 
Onları bizim çocukluğumuzdaki gibi yaşam şartlarına uyduramayız ama 
sosyalleşmenin bizim zamanımızda çok daha  güzel olduğunu anlatabiliriz.

Biz güzel günlerin geleceğine inandırılmış bir nesilken, şimdi eski günlerini özleyen bir nesil olduk.

Sakın eski güzeI günIerinizi unutmayın çünkü geIecek geçmiş kadar insafIı oImayabiIir.

Kaç yıl oldu senin öylesine gidişin
Hâlâ sıcaktır kalbimde yürüyüşün
Hiç tereddüt etmeden
Kendinden emin şekilde çekip gitmiştin.

Yıllar geçti ve her şey geride kaldı
Ama bir hatıran ve özlemin kaldı.
Özleminden geriye ne kaldı?
Bir dize, birkaç söz, gerisini yıllar aldı.

Kalın sağlıcakla...