Uzun yıllar öncesinden, geriye dönük Trabzon'a baktığımızda, siyah beyaz ve tek kanallı televizyon haricinde hemen hemen hiç bir sosyal imkanımız yoktu.

Teknolojik eksiklerimize rağmen, yaşadığımız o günler öyle güzel günlerdi ki tadına doyamadan geçip gittiler.

Keyfimiz bozulmazdı hiç !
dışarıda kar yağıyor
ama soba içten içe öylesine yanıyorduki.

Sobanın üzerinde demir maşa,
maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.
aydınlık güzel bir kış sabahı ve mis gibi kızarmış ekmek  kokusu.

Sucuk yemek çok lükstü. yumurtalarımız lezzetli,
ekmeğimiz her zaman ki gibi ekşi mayadan yapılan ekmek gibiydi.

Birkez olsun kümesten yumurta almamış,
birkez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu
duymamış ve alışveriş 
merkezinin restorant katlarında boğucu bir gürültü ve havasızlık 
içinde hamburger keyfine razı olmuş çocuklar ve
gençler için biz ne kadar da yaşlıymışız ve geri kalmışız değilmi.

Dışarıda lapa lapa kar yağsada
İçeride kanaat,
İçeride huzur,
Öyle güzel, öyle saf ve temizdikki, 
keyfimiz bozulmazdı hiç !

Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer,
Kokusuna deli olurduk.

Kestane közlemek büsbütün bir gecenin
akıllara durgunluk veren mutluluğuydu bizim için,

Sonrasında büyüklerin anlattığı hikayeler ve
hatıralar. 

İçeriği karmakarışık 
dizilerin ve filmlerin benliğimizde açtığı hasarlar yerine,
geniş ve besleyici bir masal dünyasıyla birlikte 
lezzet bir tarafa, yediğimiz organik ürünlerin kokusunada hasret
kalacağımız kimin aklına gelirdi ki ?

Ekmeklerimiz ustaların ellerinde yoğrularak taş fırınlarda üretilirdi, 
sağlıklıydı ve lezzetliydi.

Çayımız sobanın üzerinde demlenip kapağını açtığımızda misler gibi kokardı aynı şekilde bahçelerimizde yetiştirdiğimiz 
domateslerimiz de !!!

Bütün bu zerafete küçücük evet küçüçük bir bakkal 
dükkanının zenginliği yetiyordu.

Mutluluğun resmini çiziyorduk resmen.

Her çocuk gibi bozuk paraları hep büyük zannederdik. 

Taş yumurtanın üstüne 
düşse veyahut yumurta taşın üstüne düşse 
ne farkeder sonun da kırılan hep yumurtalar oluyordu zaten.

Emin olunki tabiat ana kendisine değer verenlere istediğinden çok daha fazlasını veriyor !!!

Üretimimiz üst düzeydeydi. Toprakla haşır neşir olan, yazları tırpanla ot biçen, baharın bizlere merhaba dediği günlerde duvar ve fındık ocağı diplerinden amofta toplayan, 

Eylül de başlayan yağmurlarla birlikte bir elimizde lüküs bir elimizde ağımızla birlikte bıldırcın avına giden nesildik biz.

Tertemiz üstümüzle kendimizi attığımız sokaklardan, üzerimiz kirli pasaklı olarak dönerdik evlerimize, 

Mutluluğumuza gölge düşürmezdi, üstümüzü başımızı kirlettiğimiz için Annemizden yediğimiz dayak bile ;

Okulumuzda el işleri derslerimiz vardı, alçıdan ısıtıcılar ve biblolar yapardık kafamıza göre,

Kızlar yaptıkları dantel, etamin, kanaviçe ve el işleriyle öğretmenlerimizden her defasında taktir alırlardı. Şimdiki kızlar tığ tutmak, düğme dikmek nedir bilmiyorlar.

Çiçekler dikerdik okulumuzun arka bahçesine, sonbahar gelince o büyülü mevsimin her biri farklı sararmış yapraklarını toplardık ağaçların altında.

Kışın yağan karın üstünde ellerimiz soğuktan buz kesmiş bir şekilde ızgara hamsi yapmak için uğraş verdiğimizde soğuk bize işlemezdi bile.

Yetmiş dört yılında ilk paket Tv yayını yapılacağı zaman Trabzon'da herkesin evinde bir telaş, bir telaş ki sorma gitsin.
Beyazcam fırtınası ülkenin her tarafında estiği gibi Trabzon'da da şiddetli esiyordu.

Yurt dışından( Genellikle Almanya'dan) akrabalara sipariş verilen siyah beyaz televizyonlar çoktan gelmiş evimizin baş köşesindeki yerini almıştı zaten.

Televizyonlar gelmişti gelmesine ama en büyük sıkıntımız yayını net alabilmekti. 

(Hep böyle kalsaydıkta teknolojimiz hiç olmasaydı)

Çatılardan oldumu, görüntü netmi, biraz daha sağa çevir, biraz da sola, tamam şimdi oldu seslerini daha dün gibi hatırlarız hepimiz.

Aslında gerçek anlamda sıkıntımız neydi biliyor musunuz ???

Siyah beyaz yılları ve yoklukları gören bizim jenerasyon günümüzdeki teknolojiye ve sosyalleşmeye bir türlü ayak uyduramadık maalesef.

Hiç kendimizi kandırmayalım,
günümüzdeki sınırsız imkanların ve teknolojik devrimlerin getirdiği yeniliklerin tam göbeğinde olmamıza rağmen mutlu olmaya çalışsakta neden mutlu olamıyoruzun sebebini düşündünüzmü hiç !!!

Sebebi bence, şimdiki jenerasyonun ait olduğu günümüz teknolojik çağına bizim ait olmadığımızı hissettiğimiz olabilir mi !!

Gördüğümüz devrimlere geçirdiğimiz evrimlere, iliklerimize kadar hissettiğimiz ekonomik krizlere rağmen ne hikmetse yine de çok mutluyduk.

Çünkü tabiat bozulmamış, dereler kurumamış, tütün damları yok olmamış, hamsiköy sütlacı henüz şehirde satılmaya başlamamış, 

Kisarna madensuyu eski özelliğini kaybetmemiş, düğünlerde hasır bilezik takma geleneği olan, tertemiz denizin de özgürce kulaç attığımız, havasına ve suyuna doyamadığımız, üzerine  şarkılar şiirler yazdığımız bir Trabzon'da yaşıyorduk.

(Mutluluğun resmini çiz deseydiler bu resmi çizerdim.)

Nerede hata yaptık biliyormusunuz ???
Apartman dairesinde sıcacık evimizde oturalım, soba yak, külünü dök, içini temizle, tavuklara yem at, köpeklere su ver,  maydanozların içerisindeki otları temizle gibi sıkıntıları çekmeyelim diye, bu bahçeli evlerin işleri artık bitmiyor, yorulduk dediğimizde kaybettik !!!

Evet hemen hemen hepsini, bizi biz yapan değerlerimizi ve bütün bu  güzellikleri kaybettik maalesef.

Benim gibi sizde üzgünsünüz değilmi !!!

Üzülmeyin arkadaşlar hepimizin elinde yapay zeka destekli bir akıllı telefon var onunla sadece vakit geçirmeye çalışıyoruz daha ne istiyoruz ki !!!

Geçmişte yaşadığımız bir çok imkansızlıklara rağmen zengindik biz.

Günümüzde ise, binlerce imkana ve teknolojik yeniliklere sahip olmamıza rağmen fakiriz biz.

Unutmayalım ki yaşadığımız coğrafyadaki bu dağların ovaların bir rakibi varsa oda rüzgârdır.
Rüzgâr doğada tek başına bir hükümdardır.

Yalnızlık, yaşamda bir an,
Her an yeniden başlayan..
ya da kocaman bir yalan,
Kovuldukça kovalayan..
düşündüğümde seni bana anlatan,

Yalnızlık paylaşılmaz
Paylaşılsa yalnızlık olmaz !!!

Kalın sağlıcakla...