Günümüzde özellikle küreselleşme, yerelleşme ve demokratikleşmeden yoğun olarak bahsetilmektedir.

Ancak küreselleşme ve yerelleşmenin demokratikleşmeyi getirmediğini yaşayarak görmekteyiz.

Eğer insanlar bir ülkede toprak, sağlık, gıda ve konuta isteyerek ulaşamıyorlarsa, orada insan hakları ve demokrasiden bahsetmenin hiçbir anlamı yoktur.

Ülkemizde insanlar kendi kendilerini istihdam etmek ve üretimde bulunmak için tarımda çalışıp, kırsal alanda yaşamını sürdürürken, sözde Avrupa Birliği'ne girme sürecinde tarımda çalışan nüfusun daha azaltılacağı planlanmış ve bu anlamda bir çok tarımsal sanayi kurumu, çiftlikler özelleştirme adı altında satılarak yokedilmiş ve birçok insanda işsiz kalmıştır.

Ülke zararına olan ve söylendiği gibi yürütülmeyen ve tamamen sanal bir kavramla travmaya dönüşen olaylar, mahvolan psikolojiler ve ileriye yönelik halisane beklentilerde yıllardır yerinde saymaktadır.

Ayrıca olaylara gerçekçi bir açıdan bakıldığında teknoloji geliştiği halde yatırım ve sanayi gelişimi çok zayıflayarak istihdamda gittikçe azalmaktadır.

Çünkü ülkemizde çok yaygın olan bir gayri milli haraket olarak, birçok sanayici fabrikalarını Misak-ı Milli topraklarından sökerek yabancı ülkelere taşırken yabancılarda ülkemizden sınırsız toprak alımlarını sürdürmektedirler.

Peki bu fabrikalarda çalışan değişik disiplinlerdeki personelde evlerini yurtdışına taşıyabiliyorlar mı?

Tabiki hayır.

Zira bu ülkeden para kazanıp fabrikatör olanlar veya çeşitli yollardan zengin olanlar işleri biraz aksayınca tüm varlıklarıyla ülkeyi terketmektedirler ama iş bu kadarlada kalmayıp, çalıştırıp emekleri üzerinden para kazandıkları personellerinin gözlerine dahi bakmadan bir çırpıda hepsini silip atarken parayla T.C alanların sayıları artıp itibarlarıda çarpan etkisiyle yükselerek çok kısa sürede sınıf dahi atlayabiliyorlar.

ÜLKEMİZİN GELECEĞİ İÇİN ÖNEM TAŞIMAKTADIR 

Bunların tamamı emperyal bir proje olup muhakkak önlenmelidir.

Zira emperyalizm demokrasi istemez ve zenginliklerini daha nasıl zengin hale getirmenin mücadelesini verirler.

Yoksa daha çok fabrika ve para yurtdışına (Milli Servet) çıkarılacak arkasındanda yeni yeni projeler devreye sokulacaktır.

Yani bir işi varken işsiz kalıp şayet kirada oturuyorlarsa çoluk çocuk olarak bu ailelerin travmaları hangi devlet önlemiyle düzelecektir.

Bu hususta insan hakları ve iş güvenliği garantisi olmayan bir ortamda hangi demokrasiden ve yerelleşmeden bahsedilecektir.

Onun için biz insanlar küresel düşünebiliriz ancak işadamı ve sanayicisi ile birlikte yerel düşünmek zorundayız.

Zira bu husus ülkemizin geleceği için ayrı bir önem taşımaktadır.

Çünkü kendi topraklarını terkedip yabancı ülkelere gidenler sadece "artık ve atıklarını"'bırakarak gitmeyip, işsizliği, yoksunluğu, yoksulluğu ve sefaleti  bırakarak gitmektedirler.

Daha açık bir ifadeyle zenginlik küresel,fakirlik yerel olmaya devam etmektedir.

Ama ülkemize dayatılan AB uyum yasaları IMF ve Dünya bankası proğramları çerçevesinde uygulanan sözde doğrucu tarım politikaları sonucu artık gıda açısından bağımlı olduğumuz gibi yabancı ülkelerinde açık pazarı haline gelmiş durumdayız.

Sistem böyle yürürken ve küreselleşme içimize, toprağımıza, pazarımıza kadar sızmışken insanlarımızın çeper mahallelere itildiklerinde neler yaşadıklarını/yaşayacaklarını düşünmek bile katlanılması zor bir eylem olarak devam etmektedir.

Topraksız insanlar geçim sıkıntısından dolayı kendi yerelini kendisi isteyerek terketmediği bilindiği halde Tarım ve toprak reformu çerçevesinde yapılan toplulaştırma projelerindeki dağıtımlar bakanlık tarafından durdurulmuştur.

TOPLUMA NE KAZANDIRDIĞINI TÜRK HALKI GÖREMEMİŞTİR

Devlet topraklarını yabancılara satmak isteyen yurttaşların bu mülklerini kamulaştırıp, uzun vadeli borçlandırmayla topraksız vatandaşlara vermesi mümkün olduğu halde bu yolun denenmemesi bilinmezlikleri dahada artırmaktadır.

IMF ve Dünya bankası gibi iki emperyal sistemin dayattığı yasalarla toprak satışlarının 81 ile yaygınlaştırıldığı ve kent ile köylerdeki hazine arazilerinin satılığa çıkarılması sonucu ülkemizde topraksız veya az topraklı çiftçilere toprak dağıtımı böyle bir olurla durdurulmuştur.

Bu acı gelişme AB uyum yasaları gerekçe gösterilerek yapılmış halbuki 1936 yılından beri Atatürk, İnönü ve Bayar tarafından toprak reformu mutlaka yapılmalıdır dedikleri halde ve hala bu durum güncelliğini korurken birçok hükümet toprak reformunu yapmak istemediği için bedeli ülkemiz açısından geri döndürülemeyecek sıkıntılara sebep olmaktadır.

Burada temel sorun toprak insan ilişkilerinin, insani bir yaklaşımla çözülmediği içindir ki sıkıntılar devam etmektedir.

AB uyum yasaları alel acele meclisten çıkarılmış ancak bu yasaların topluma ne kazandırdığını Türk halkı hala görememiştir.

1945 yılında çıkarılan Tarım ve Toprak yasası maalesef yapılan ilk seçimde iktidara gelen parti tarafından yürürlükten kaldırılmış ama bugün yabancılara toprak satmak için çıkarılan yasalar birbirini kovalamaktadır.

Sadece bu kadar mı?

Tabiki hayır.

Neticede tarım çökertilmiş, üretim düşmüş ve market raflarındaki sayısız ürünün çok azının Türk tarımı kökenli olduğuda ayrıca derin bir üzüntü kaynağıdır.

Arazi satmak, tarımda dışa bağımlı hale gelmek sonucu çiftçi topraktan koparılarak kırsalın boşaltılması, yer üstü ve yeraltı kaynaklarının elden çıkarılması ve gelecek nesillere bir şey bırakmamak acelesi neyin nesidir anlaşılabilir gibi değildir.

Ülkemizin geleceği ve kardeşliğin tesis edileceği bir huzuru yaşamak için IMF, Dünya bankası ve AB proje dayatmaları acilen dışlanmalı ve bir daha gündeme getirilmemelidir.

Zira ülkemiz kendi yasalarını halkıyla yapacak kırsal kesimde halkıyla birlikte çalışacak yetişmiş mühendisiyle, mimarıyla, şehir plancısıyla ve yöneticisiyle yeni bir Türkiye yaratacak güce sahiptir.

Çünkü yüksek öz gücümüze dayanarak hep birlikte sorunları elele çözeceğimize güvenimiz tam ve capcanlıdır.

Şayet bizler bu hususlara uzak kalırsak kendi insanına reform yapılarak toprak verilmeyen ülkenin toprakları yabancılara satılmaya devam edecektir.

O halde ülkemiz bu sorunu kendi dinamikleriyle demokratik kurallar çerçevesinde çözecek bir iklim yaratamazsa, küresel güçlerin Türkiyeye taşıyacağı dinamikler, insanlarımızı daha zor duruma  sokacaktır.

Ülkemizin tüm tasarruflarına 85 milyon olarak bizler karar verirsek mutlu ve kardeşce bir yaşamın temellerini atmış oluruz.

NETİCE OLARAK;

Emperyalizm hiç bir ülkede ayrışmazlığı, kardeşliğin, adaletin ve hukukun yerleşmesini istemez

.Onun içindirki ellerinden geldiği ölçüde toprak reformunu ve toplulaştırılmasını istememektedirler.

Aslında toprak reformu toplumumuzun kılcal damarlarına kadar hayata geçirilmeli ve sahiplenilmeliki ülkemizin geleceği aydınlık, adil ve insan-toprak ilişkisi bağlamında çözümle sonuçlansın.

Eğer ülkemizin insanları sağlığa, gıdaya, eğitime, konuta, ısınmaya ve daha birçok ihtiyaca erişimde sorun yaşıyorlarsa orada bir çıkmaz vardır ve acilen çözülmelidir.

Onun için başta toprak kullanım bütünlüğü şekillenmeli bunun içinde devlet bu temel sorunu bertaraf etmelidir.

Çünkü yapılan projeksiyonlarda 2050 yılında ülkemizin tüm tarımsal toprak varlığı muhafaza edilse bile 600 milyon dekar kadar toprağa ihtiyaç olacağı bilim insanları tarafından ortaya konulmaktadır.

Bu durumu sağlayabilmemiz için rezerv kaynaklar muhafaza edilmeli ve topraklarımız için SİT benzeri bir kanun çıkarılarak eski köy kanunuda yeniden yürürlüğe konulmalıdır.

Toprak vatandır parayla değeri ölçülemez ve hiç bir objektif yöntemde bunu belirleyemez!