Yıllar önce bir mavi gezegen olan dünyamız son zamanlarda uzaydan algılama yöntemiyle coğrafi bilgi sistemlerinin kullanılarak çekilen uydu fotoğraflarında bu maviliği kaybettiği ve 1/25000 ölçekli haritalarda ise tarım alanlarının ciddi ölçüde, erozyon, heyelan, su ve sel taşkınları, şiddetli rüzgar aşınımı ve tarım dışı kullanımlar sonucu tarım alanlarının azalmakta olduğu bilimsel olarak ortaya konulmaktadır.

Bunların yanında atmosfere bırakılan gazların küresel ısınmaya sebep olması her gün ortalama 1.5 milyon tontan fazla zehirli atığın doğaya bırakılması sonucunda oluşan çevre kirliliğininde büyük sağlık sorunlarına sebep olduğuda bilinen bir gerçektir.

Toprağın verimsizleşmesi ve çölleşmeye doğru gidiş insanlığın önündeki en büyük tehlikelerden birisidir.

İnsanların beslenmesinde çok önemli olan tarım alanlarından bu şekilde yılda 24 milyon ton verimli toprağın üretim dışına çıkmış olması durumun vahametini açıkca göstermektedir.

Bu bağlamda ülkemiz topraklarından yılda erozyon neticesinde 65 milyon hektar toprak kaybolmaktadır.

Her yıl bir milyon artan ülke nüfusumuz dikkate alındığında 400 milyon metrekare toprağa ihtiyacımız olduğu gün gibi ortadayken erozyonla ne kadar ciddi bir şekilde mücadele etmemiz gerektiği açık seçik görülmektedir.

Ülkemiz yüzölçümünün yaklaşık yüzde 35.6'sına tekabül eden 24 milyon hektar işlenebilir tarım arazisinin yüde 54'ü orta ve şiddetli erozyon tehlikesi altındadır.

Onun için ülkemiz terkedilmiş bağ ve bahçeler yurdu ve verimli topraklarını erozyonla kaybeden bir ülke olmamalıdır.

Bu bağlamda erozyon tehlikesinin ortadan kalkması için türk çiftçisi terkettiği topraklara acilen geri dönerek üretime devam etmelidir.

Dünyanın pek çok ülkesinde bu anlamda tarım topraklarının korunması milli güvenlik kaygılarından biri haline gelmiştir.

Bu açıdan bakıldığında 85 milyon insanımızın karnının kendi topraklarında doyması için iklim değişikliği yağış rejimindeki kırılganlıkların getirdiği potansiyel kuraklık tehlikesine karşı alınacak önlemlerde zaman kaybetilmemelidir.

Bu anlamda en radikal kuraklık ve erozyonla mücadele eylem planları hazırlanarak üniversitelerinde içinde bulunduğu teknik bir uzman kadroyla işe başlayarak tehlike minimize edilmelidir.

Risk büyük olduğu içinde hazırlanan planlar en geç 4 veya 5 yılda bir revize edilerek yeni olumsuzluklara fırsat tanınmamalıdır.

Ülkemizde yıllık yağış ortalaması 631 mm.olup bu oran gittikçe azalmakta ve ülkemiz kullanılabilir su varlığı bakımından kişi başına 1692 metreküp su düşmektedir.

Bu açıdan bakıldığında su zengini bir ülke olmadığımız tüm gerçekliğiyle ortadadır.

Su zengini bir ülkede kişi başına içme ve kullanma suyu olarak onbin metreküp su düştüğü bilindiği halde bizdeki miktarla kıyaslandığında ülkemiz su rezervlerinin ne kadar düşük olduğu ortaya çıkmaktadır.

Buradan çağrışımla ülkemiz küresel ısınmanın potansiyel etkileri açısından yüksek risk grubunda ki ülkeler arasında yer almaktadır.

Yani iklim değişliklerine karşı gerekli tedbirler alınmazsa ülkemizin kurak ve yarı kurak alanlarındaki su kaynakları ile kentlerdeki su kaynaklarıının durumu sorunlara yenilerini ekleyecek ve içme kullanma su ihtiyacı dahada artacaktır.

Güzel ülkemizin özellikle çölleşme tehlikesi bulunan, İç Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Ege ve Akdeniz bölgeleri gibi yeni kurak bölgelerinde tarım, ormancılık ve su kaynakları bakımından olumsuz etkilere hedef olabileceği uyarıları gittikçe artmaktadır.

Halbuki ülkemiz bitki ve hayvan türleri bakımından dünyanın en zengin gen kaynaklarına sahiptir.

Daha açık bir ifadeyle Avrupa kıtasında 12 bin bitki türü varken ülkemizdeki tür sayısı 9 bin civarında olup bu bitkilerin 3 binden fazlası endemiktir.

Hayvan türleri bakımından Avrupa kıtasının tümünde yaşayanlardan iki misli daha zenginliğe sahiptir.

Onun içindirki bu kaynaklar ülkemizi çok zengın GEN rezervi konumunda tutmaktadır.

Bu açıdan iklim krizine yönelik tüm önlemler alınmalıki bu endemik popülasyon yaşatabilsin.

Çerçevede sadece tarımsal faaliyetlerin dışında insan ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için kullanılan toprak ve su yeniden üretilmeyen ancak üretimde kullanılan hayati bir öneme sahip kıt kaynaklardır.

Buradan çağrışımla başta Tarım ve Orman bakanlığı olmak üzere, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Ticaret ve Sanayi Bakanlığı, üniversiteler, araştırma istasyonları ve kuraklığa dayanıklı tohumlar üretmek için tohum ıslah istasyonları ile sorumluluk alanına giren tüm kurum ve kuruluşlar acilen bir çatı altında (Kuraklık ve iklim teşkilatı gibi) bir teşkilat kurup vakit geçirmeden tüm ülke ölçeğinde sorumlulukla görevlendirilmelidir.

Zira bu anlamda ülkemizde çok donanımlı insanlar bulunmakta ve verilecek görevleride tam bir vatanbervelik ruhu ile işe sarılıp önemli çözümler oluşturabileceklerdir.

Yoksa yaklaşan tehlike bize daha fazla zaman tanımayacak ve iklim krizine bağlı yeni göç dalgalarıda toplumumuzu önemli ölçüde sarsabilecektir.

İşte başlayan bir beka sorunu önlenemezse ikinci beka sorunu yani göç daha büyük çıkmaz yaratacaktır.

Sonuç olarak; Beslenmenin temel kaynağı olan Toprak ve Su varlıklarımızı korumak için iklim değişikliği ve yağış rejimindeki sapmaların ülkemize yaşatacağı kuraklıklığa karşı alınacak tedbirler vakit geçirmeden en hassas ve gerçekçi eylemler şeklinde hayata geçirilmelidir.

Ancak milli güvenlik bu şekilde sağlanır ve ülkemiz yeniden tarım konusunda kendi kendine yeten bir ülke konumuna getirilmiş olur.

Tarım konusunda ülkemiz şimdikinden daha fazla dışa bağımlı hale getirilirse milli güvenlik sorunu daha içinden çıkılmaz kronik bir krize dönüşebilir.

Çözüm belli, yetişmiş insan kaynağı var toprak, su, iklim koşulları müsait ve parada olduğuna göre ne beklenmektedir.