Dünyanın her tarafında sembol olmuş şehirlerin hafızaları, yaşanmış hikayeleri vardır.

Trabzon'un son elli yılına damga vuran gerçek hafızası, kim ne derse desin Hüseyin Avni Aker stadyumudur.

Avni Aker stadyumu en az beş jenarasyona hizmet etmiş yaşanmış binlerce hatırasıyla birlikte, belleklerimizden silinmesi mümkün olmayan bir futbol mabetidir bizim için.

Bizden önceki ve bizim jenarasyonun çok iyi hatırlayacağı onlarca imkansızlıklar içinde yakalanan başarıları ayakta alkışladığımız o günler, Ne güzeldi o günler!!!

Trabzonspor deyince akla sadece bir spor kulübü, bir futbol takımı gelmemeli, Trabzonspor, bir yaşam tarzı, bir idol, bir semboldü bizim için.

Yetmişli yılların ortasından başlayan Trabzon'umuzun bir pazar gününü tekrar yaşamayı ne kadar çok isterdik hepimiz değilmi !!!

Yağmurlu ve soğuk bir sonbahar günü, günlerden pazar günü, Avni Aker de Trabzonspor'un maçı var, hepimizde, herkesin evinde tatlı bir heyacan var. 

Pazar sabahı erkenden yedi gibi kalkacağız annelerimizin peynirli ve kıymalılar için hazırladığı malzemelerin içinde bulunduğu elimizdeki gıylılarla peynirli ve kıymalı yaptırmak için fırınlarda kuyruğa gireceğiz. Eve gelip yedikten sonra da saat sekiz gibi bir heyecanla Avni akerin yolunu tutacağız.

Avni Aker bizim Mabedimizdi, şehrimizin buluşma yeriydi !!!

Avni Aker'e yaklaştıkça köfte kokuları resmen burnumuzu deler, bizi kendimizden geçirirdi. Yemeğimizi yemiş karnımız tok olsada, o psikolojiyle nedense birden acıktığımızı hissederdik.

Oysaki ülkemizin en ünlü gurmeleri Avni akerin etrafındaki el arabasında satış yapan sokak köftecilerinin yapmış olduğu namı diyar tükürük köftelerini tatmadan, nasıl gurme olmuşlar anlamış değilim.

Bilet gişeleri o zamanki poligonun arka tarafındaydı, sabahın erken saatlerinde maça gitmek için geldiğimizde bile bu gişelerden bilet almak ne mümkün!!!

Köfteciler, bilet karaborsacıları,oturmak için karton satanlar, su satanlar, bul karo'yu al parayı, yapan animatörler, daha neler vardı neler !!!

Maça turnikelerden girecek olanlara bende seninle beraber gelebilir miyim ağbi diyerek içeriye girip Trabzonsporu izlemek isteyen çocuklar.

Elimizde gazete kağıdına sarılmış bol soğanlı ve maydanozlu tükürük köftelerini  yiye yiye içeriye girdik, açık türübünün o yıllarda üstü açıktı, yağmur yağıyor, şemsiyeler ellerimizde, oturmak ne mümkün!!!

İçeri girdikten sonrada ayakta saatlerce bekler takımların sahaya çıkmasını beklerdik, paçalarımıza kadar ıslansakta üşümezdik.

O zamanlar maçlar gündüz saatlerinde oynanıyordu. Kupa maçları saat on ikide, lig maçları saat ikide başlardı.

Oda ne!!!  Trabzonspor sahaya çıkıyor, ortalık yıkılıyor elimizde konfetiler ve meşalelerle takımımızı ayakta karşılıyoruz.

Yağmur şiddetini gittikçe arttırsada, her tarafımız sırılsıklam su olsada umurumuzda mı dünya!!!

Bordo mavi, 
Şampiyon Trabzon diye yeri göğü inletiyoruz, 
Hoptek oynayanlar, Horon oynayanlarla birlikte, 
yol tarafındaki kale arkasına kurulmuş bağlama ekibinin takımımızı çoşturan
nağmeleri Avni Akere ayrı bir renk katardı.

Trabzonspor sahaya koridordan,
rakip takım deniz tarafındaki yer altındaki tünelden sahaya çıkardı.

Takımımızın futbolcularını tek tek çağırıp motive ederdik. Hemen hemen Hepsini tanır, hangi mahallede oturduklarına kadar, kimin çocukları olduklarına kadar her şeylerini bilirdik.

Şimdilerde birleşmiş milletler gibiyiz maşallah.
Trabzon'un çocuklarını seyretmeye, alkışlamaya alışmış bizler için garip bir durum olsada yapacak bir şey yok maalesef...

Bizim uşaklar İçimizden biri gibiydiler, kimimizin yakını, kimimizin arkadaşıydılar.

Avni Akerin zemini yağmurlu havalarda balçık çamur olurdu. 
O sahada mücadele eden futbolcularımızın yüzleri ve gözleri maç boyunca çamura bulanmış, tabiri caizse çamurdan adam gibiydiler ama ne olursa olsun sonucunda bir hırs bir mücadele karşılıklı bir sevgi ve saygı vardı.

Maç bitti Trabzonspor'umuz galip gelmiş, değmeyin keyfimize, 
maça girmek ayrı bir zevk, çıkmak ayrı bir zevkti.

Islanmış sırılsıklam olmuş, bir şekilde herkes evinin yolunu tutardı. 

Artık bir hafta boyunca bir dahaki maça kadar konuştuğumuz tek konu çıplak gözle izlediğimiz maçın kritiğiydi.

Böylesine içten içeydik Avni Aker'le evimiz yuvamız gibiydi.

Yaz, kış, yağmurda ve çamurda, güneşin altında saatlerce ayakta  beklemek olsada, ihtiyaclarımızı giderecek hiç bir imkanı  olmasada, seviyorduk, 
AVNİ AKER'i !!!

Çünkü o bizim çocukluğumuzun en güzel günlerinin geçtiği buluşma yerimiz, 
Hikayemizin başladığı yerdi.

Kısacası Mabetimizdi !!!

Sonucunda ne oldu? 
Binlerce hatıraların yaşandığı 
O futbol Mabeti yıkıldı gitti ondan geriye sadece anılar ve hatıralar kaldı.

Şimdilerde yapılan, günümüzde maçların oynandığı Akyazı stadyumu ne kadar modern ve akıllı olursa olsun,
katılırsınız veyahut katılmazsınız bilemem ama bana göre, 
Avni Akerle mukayese bile edilemez. 

Avni Aker de olan Amatör ruhun onda biri Akyazıda maalesef yok.

Biz Avni Aker deki maçlara yürüme on beş dakikada gider ,evimize de yarım saatte yürüme dönerdik. 

Şimdilerde Akyazıya arabamızla gitsekte, şanslıysak evimize ancak gece yarısı dönebiliyoruz.

Trabzon'u Trabzon yapan onlarca tarihi ve kültürel değeri olan tarihi binalarımızı zaman içinde kaybetsekte, AVNİ AKER'i kaybetmemeliydik.

Bir Devir Böyle Yaşandı Bitti...

Böyle olmamalıydı !!!

Belki de benim yerime haykırdığı için 
Gök gürültüsünü çok seviyorum.

Gönlümle baş başa düşündüm demin,
Artık bir sihirsiz nefes gibisin.
Şimdi tâ içimde bomboş kalbimin
Akisleri sönen bir ses gibisin.

Mâziye karışıp sevda yeminim,
Bir anda unuttum seni, eminim
Kalbimde, kalbine yok bile kinim
Bence artık sen de herkes gibisin.

Kalın sağlıcakla...