Zayıflamak… Kulağa kolay bir fiilmiş gibi geliyor. Bir iğne, bir hap, bir ameliyat… Sosyal medyada her gün önümüze düşen “3 haftada değişim” videoları zaten aklımızı çeliyor. Ama meselenin özü hiç değişmiyor: Kilo vermek mümkün, onu korumak ise bambaşka bir hikaye.
Bugün kullanılan iğneler, modern ilaçlar, endoskopik ve cerrahi yöntemler gerçekten etkili olabilir. Bilimsel olarak güçlü temelleri var, birçok kişide ciddi fayda sağlıyorlar. Ama tüm seçeneklerin ortak bir sınırı var: Yaşam tarzının yerini tutmuyorlar.
İğne iştahı azaltır, ameliyat mide hacmini küçültür, ilaç metabolizmayı düzenler… Ama bunların hiçbiri sizin yerinize düzen kurmaz; uykuyu toparlamaz, stresi çözmez, hareketi artırmaz, ekran başında kaybolan saatleri geri vermez.
Özetle:
Ne kullanırsanız kullanın, sağlıksız bir düzeni sağlıklı hale getirmeden sonuç kalıcı olmaz.
Son yıllarda kilo verme tedavileri güçlendi ama modern hayatın yükü de arttı.
Stres—kortizolü yükseltiyor.
Uykusuzluk—iştah hormonlarını altüst ediyor.
Hareketsizlik—kas yerine yağ depoluyor.
Duygusal yeme—boşlukları fark etmeden dolduruyor.
Beden bu tabloyu görünce kendini savunmaya alıyor; işte o zaman “zayıflamak” ile “zayıfla(ma)mak” arasındaki fark ortaya çıkıyor. Tartıdaki rakamı indirmek mümkün, ama bedeni yeni düzene ikna etmeden o rakamı sabitlemek mümkün değil.
Kilo vermek birkaç haftalık bir hedef olabilir;
kilo kontrolü ise günlük hayatın ritmine yerleşmiş bir davranışlar bütünü.
İğne, hap, ameliyat… Bunlar bir başlangıç sağlar, kapıyı aralar.
Ama o kapının ardında kalıcı düzeni kuracak olan sizsiniz. Çünkü kalıcılık;
gecenin uykusundan, günün temposundan, tabağın içinden ve zihnin sakinliğinden beslenir.
Yani tedaviyi asıl güçlü kılan, ona eşlik eden yaşam biçimidir.