Konya ve Hatay mağlubiyetleri bardağı taşıran son damla olunca teknik adam değişikliği kaçınılmaz hale geldi ve tüm dikkatler deplasman maçı olan Başakşehir karşılaşmasına çevrildi. Çünkü deplasman maçları, Şenol Güneş ve öğrencileri için adeta bir fobi hâline gelmişti.

Bunu duyunca, “O fobi eskide kaldı. Günümüzde bunu söylemek acizliktir, kendinizi kandırıyorsunuz.” demiştim. Görünen o ki, çiçeği burnunda Fatih Tekke ve ekibi de bu düşünceyi benimsemiş olmalı ki, tam 12 maç sonra deplasmanları bir fobi olmaktan çıkarıp, adeta bir hobi hâline getirdiklerini kanıtladılar. Demek ki deplasman galibiyeti hiç de ulaşılmaz bir şey değilmiş! Üstelik bu adı "Süper", ama kendi yerlerde sürünen futbol liginde...

Peki, ne değişti? Açıkçası öyle büyük bir değişim yok. Hakemler hâlâ bildiğimiz gibi, manken misali Mehmet aynı, ayakları yere basmıyor; hareketleriyle “Ben bu ligde harcanmıyorum.” der gibi… Takımın kadrosu aşağı yukarı aynı. Sahaların kaptanı Uğurcan’ı anlatmaya gerek yok. Uğurcan, ipten adam almaz belki ama puanları alıyor. Gollere gelince, sadece Batista Mendy siftah yaptı. Oyunu anlatmaya gerek yok, hep birlikte izledik. Gerçi şahsen ben de alışılmışın dışında bir oyun beklemiyordum ve doğrusu da buydu.

Gelelim işin püf noktasına: Bana göre dün akşam maça damgasını vuran ve galibiyete taşıyan en büyük etken taraftarlarımızdı. Maçın büyük bölümünde takımlarını değil, özellikle Fatih Tekke’yi aralıksız tezahüratlarla desteklediler. Belki de buna ilk kez şahit oluyorum. Bunun sebebi, sanırım yönetimin Tekke’ye imza attırmaya giderken rotayı son anda Şenol Güneş’e kırmalarından kaynaklandı. Bilirsiniz, biz millet olarak hep mağdurun yanında olmuşuzdur. Her ne olursa olsun, tekrar söylemeliyim ki kişiye özel böylesi bir tezahürat manidardır ve güzeldir.

Gelelim sadede... Yıllardır bu ulvi görevi çok arzu eden ve nihayet kavuşan Fatih Tekke’ye hoş geldin dileklerimle üstün başarılar diliyorum. Madalyonun diğer yüzünde ise, yıkım ekibinin maddi ve manevi tahribatından sonra dibe çöken kulübümüze kucak açan Şenol Güneş var. Bundan böyle kendisine yaşamında başarılar dilerim.

Son sözüm ise, Fatih Hoca’yı adeta devler aynasında göstererek "futbol filozofu" yakıştırmasını yapan, belki de abartıya kaçan kesime... Çok fazla abartmadınız mı? Umarım yine Fatih Hoca’nın deyimiyle üç ay sonra “İstifa, istifa!” diye yazıp söylemezsiniz. İçime dert olmasın diye bir kez daha vurgulamakta fayda görüyorum:

Ben bir kez hariç hiçbir zaman ne "cuci" ne de "muci" oldum. Ben, bu yaşıma kadar hep Trabzonsporlu oldum ve olmaya da devam edeceğim!