Cumhuriyet tanımı gereği eşitlikçi, imtiyaz karşıtı, belli zümrelerin hukukunun korunmasını engelleyen bir rejimdir. Cumhuriyet Türkiyesi'nde ise rejim bütün vatandaşlarına eşit mesafede olma ilkesinden uzakta olmuştur. Cumhuriyet tarihinde tek partinin resmi ideolojisi kendi vatandaşını terbiye eden, etmeye çalışan, yerine göre ödüllendiren, yerine göre cezalandıran bir hüviyette bulunmuştur. Milletin terbiyecisi, eğiticisi rolüne bürünmüş resmi ideoloji bu yetkiyi meşrulaştırmak noktasında ise kendine çok hassas bir argüman bulmuştur. Bu ise evrensel olduğu iddia edilen "akıl"dır. Akıl ve onun yol göstericiliğinde bilim tek yol gösterici olarak belirlenmiştir. Ne var ki bu akıl ve bilim ilkesinden yola çıkılarak mesele öyle noktalara taşınmıştır ki bu iki kavram üzerinden cumhuriyet tarihinin özellikle belli dönemlerinde açık bir şekilde "din düşmanlığı" yapılır hale de gelinmiştir. İslam’ın mümkün olduğunca uzağına kaçılmaya uğraşılmış, kültür hayatında bile her türlü İslami referanstan arınma ve arıtılma yönünde bir yol haritası izlenmiştir.

Müslüman mirasın reddedilmesi nasıl okunabilir?

Bu çerçevede geçmişe ait olan her şey silinip süpürülmeye çalışılmıştır. Hatta Türk tarihini bu kapsamda bin yıllık Müslüman geçmişi atlayıp yok sayarak Orta Asya Türk devletlerine dayandırma gayreti içinde olanlar bile olmuştur. Resmi ideoloji Müslüman yaşanmışlık karşısında bu denli yok sayıcı bir tavır içine girebilmiştir. Yeni baştan bir millet yetiştirmeye soyunmuş tek parti ideolojisinin dilden, kıyafete, müzikten; alfabeye, ibadet biçiminden eğlenme tarzına kadar toplumsal gerçekliğin tüm alanlarını yeniden düzenlemeye ve inşaya girişmesi söz konusu Müslüman mirasın reddedilmesinin yansımaları olarak okunabilir.

Özetle Cumhuriyet; Osmanlı/İslam mirasını büyük ölçüde reddederek seküler bir ulus devlet olarak kendisine yeni bir tarih yazma ve yaratma çabası içine girmiştir. Ancak işler istenildiği gibi gitmeyip İslami değer ve hassasiyetler bu ülke insanının kalbinde korunmaya devam edince de aynı resmi ideolojinin sözde aydınları halkı gittiği yolu anlamaktan aciz, şaşkın ve ne yaptığını bilmeyen cahil kuru kalabalıklardan ibaret bir güruh olarak tanımlamakta herhangi bir beis görmemişlerdir. Resmi ideoloji günümüzde de düşünsel anlamda varlığını hissettirmektedir. Kemalist Jakoben anlayışın anlaması gereken ise bu toprağın mayasını oluşturmuş İslami çerçevenin alanını daraltarak halk nezdinde mesafe alınamayacağıdır.

Bunu özellikle vurguluyoruz çünkü cumhuriyet tarihi boyunca Kemalizm'i yüceltme adı altında bazı insanların din düşmanlığı yapıp halka da bunu dayattıkları aşikardır. Kemalizm'i bir din olarak topluma yansıtmaya çalışan kalemler bu toplumun hala hafızasındadır. Birkaç örnekle bu rezilliği göz önüne sermekte fayda var.

Refik Ahmet Serengil 15 Ağustos 1929 tarihli bir yazısında şu sözleri söyleyebilmişti: "Allah'ı sultanla birlikte tahtından indirdik. Artık bizim mabetlerimiz fabrikalardır"

Tevfik Fikret ise Haluk'un Amentüsü'nde, "Şeytan da biziz, cin de, ne Şeytan ne melek var/Dünya dönecek cennete insanla inandım" diyebilmiştir.

Cumhuriyet'e sahip çıkmak neyi ifade eder?

Kemalettin Kamu'da ise kepazelik zirve noktasına ulaşmıştır: “Ne örümcek ne yosun/Ne mucize ne füsun/ Kabe Arap'ın olsun/Bize Çankaya yeter!”

Sonuç olarak diyeceğimiz o ki “Devrim yapıyoruz, sizi adam edeceğiz, sizi gericilikten, Ortaçağ'a ait dinsel hurafelerden kurtaracağız" söylemleri yukarda örneklerle ifade etmeye çalıştığımız safsatalarla Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana belli kesimlerde ana fikri ideoloji olmuştur. Bugün de bu fikre sahip toplum mühendisleri bulunmaktadır. Ancak nihayetinde farkında olunması gereken milletin isteklerini, tercihlerini, değerlerini laikliğe, Cumhuriyet'e aykırı saymanın Cumhuriyet'e sahip çıkmak olmadığıdır.