Bir zamanlar Trabzon’da pazar sabahları başka uyanırdı…
Sokağın sessizliğini bölen ilk şey, fırından yükselen ekmek kokusuydu.

Evlerin içinden çay demlenirken çıkan hafif buhar, sanki mahalleye “günaydın” derdi. Kahvaltı bir davet değildi; zaten herkesin kapısı herkese açıktı.

Sılah-ı rahim vardı, gönül bağı vardı. Kimin evinde soba yanıyorsa, muhabbet de oradaydı.

İnsanlar kıymalı pide sırasına girerdi… Bir pide için değil, o sırada edilen sohbet için, tanımadığın adamla “nasılsın” deyip dertleşmek için.

Sıranın bile bereketi vardı.
Beklemek sıkmazdı; çünkü beklerken insan olduğun hatırlatılırdı.

Sonra ne oldu bize?
Ne değişti?

Şimdi pazar sabahları aynı şehirdeyiz ama aynı hâlde değiliz.
Kahvaltı muhabbettendi, şimdi kampanyadan ibaret.
“Şurada serpme daha ucuzmuş, burada indirime girmiş”
diyerek sofranın bereketini fiyata bağlar olduk.
Ruhumuzun açlığını doyurmayı unuttuk.

Eskiden soba yanı sıcaklığı vardı, şimdi “5 dakika daha uyuyayım” diye hayatı erteliyoruz.
Bir zamanlar muhabbet vardı; şimdi telefon var.
Ekran aydınlık, gönüller karanlık.
Yanımızdakine bakmadan, parmağımızla dünyayı kaydırarak günü geçiriyoruz.

Ve daha acısı…
Önceden insanlar birbirini menfaat için değil, gönülden arardı.
Bir “iyi misin?” telefonu bile ilaç gibi gelirdi.
Şimdi arayanın derdi çoğu zaman iş, güç, çıkar…
Günümüzün teknolojisi, bir yandan bizi yakınlaştırırken öte yandan kalplerimizi birbirinden uzaklaştırdı.
Her bildirim bir ilişki, her sessizlik bir mesafe oldu.

Bir zamanlar pazar sonrası, Trabzon’un sokaklarında çay bahçeleri dolar, kaldırımlarda Karadeniz’in rüzgârı yüzümüze vururdu.

Şimdi pazar sonrası bile evin içinde kaybolduk.
Her şey elimizin altında ama hiçbir şey gönlümüzde değil.

Ne oldu bize?
Biz neye dönüştük?
Veya neyi kaybettik?
Bazen düşünüyorum da,
belki zaman kötüleşmedi…
belki biz hızlandık, unuttuk, yorulduk.
Belki artık hiçbir şeye hakkıyla vakit ayırmaz olduk.

Ama hâlâ geç değil.
Bugün bir pazar…
Telefonu birkaç saat kenara koyabiliriz mesela.
Sıcak bir çay demleyip, ufacık bir selam vererek
bir köprü kurabiliriz yeniden.
Sohbetin kapısını küçük bir cümleyle bile olsa aralayabiliriz.

Çünkü ne teknoloji, ne kampanya, ne telaş…
hiçbiri insanın insana verdiği sıcaklığın yerini tutmaz.
Bizim özümüz muhabbetti;
muhabbetten uzak kalan kalp, ister istemez donar.

Belki de pazar sabahlarının güzelliğini
yeniden hatırlamanın zamanı gelmiştir.
Belki de kaybettiğimiz hiçbir şey yok;
sadece toparlayıp tekrar yerine koymamız gerekiyor.