Trabzon’u anlatırken herkes aynı iki renge döner: yeşil ve mavi. İnsan burada bazen denizin nerede bittiğini, ormanın nerede başladığını ayırt edemez. Uzungöl’ün sisli sabahları, Sümela’nın taşlarda saklı freskleri, Atatürk Köşkü’nün bahçesinden uzanan eşsiz manzara… Turistin gözünde cennet gibi görünen bu şehir, gerçekten de kısa süreli bir masal sunuyor. Rakamlar da bunu doğruluyor: her yıl 2 milyonu aşkın ziyaretçi, özellikle de yaz aylarında Arap turistlerin akını Trabzon’u Karadeniz’in turizm lokomotifine dönüştürüyor.

Ama işin bir de diğer tarafı var.

Bu şehri “misafir” olarak yaşayanlarla, ömrü boyunca sırtlayanların hikâyesi aynı değil. Bir turist için hayranlık uyandıran her kare, kimi zaman bir Trabzonlunun sabrını taşırıyor. Çünkü yerli için o sisli yaylalar artık kuyruk demek, o manzaralı yollar trafik demek, esnafın yüzünü güldüren döviz akışı ise pazarda katlanan fiyatlar demek.

Turistin keyfi, Trabzonlunun yükü

Uzungöl’de yürüyüş yapan bir Arap turist, “burası yeryüzünde bir cennet” diye paylaşım yapıyor. Boztepe’den gün batımını izleyen biri, Trabzon’u romantize eden cümleler sıralıyor. Sosyal medyada Sümela’nın “cennet-cehennem” freskleri tıklanma rekorları kırıyor. Atatürk Köşkü’nü sadece 2025’te 300 bini aşkın kişi gezmiş, Kızlar Manastırı bile 20 bin ziyaretçiye ulaşmış.

Peki bu kalabalığın the bedeli ne?

Trabzon’da yaşayan biri için iş farklı bir yerde duruyor. Yaz aylarında nüfus 1.5 milyona yaklaşınca şehrin damarları tıkanıyor. Otopark bulmak lüks, trafik sabır testi, yaylalar ise artık “kaçış noktası” değil, “kalabalık merkezi” hâlini alıyor. Fiyatlar “turist mantığıyla” belirlendiği için bir soda bile yaylada turist tarifesinden satılıyor. Yerli, doğduğu topraklarda yaz aylarında misafir gibi dolaşıyor.

Ekonomi canlı, kültür yoruluyor

Evet, turizm esnaf için nefes. Dükkanlar dolu, oteller rezervasyonlarla şişkin, restoranlar hareketli. Ancak bu hareketlilik beraberinde bir kültürel dönüşüm getiriyor. Menülerin dili değişiyor, sokaklardaki levhalar Arap turistlerin taleplerine göre güncelleniyor. Yayla evlerinden sahil kafelerine kadar pek çok yer, yerel kimliğin yerine “turist odaklı” anlayışı koyuyor.

Bu dönüşüm, bazı Trabzonlular için ekonomik kazanç kadar kültürel kaygı da demek. “Türk kültürünü Arap kültürüyle takas ediyoruz” diyen sesler de bu yüzden yükseliyor.

Asıl mesele...

En güçlü eleştiri ise şehir yönetimine. Birçok kişi aynı cümlede birleşiyor: “Doğru yönetilse Avrupa’nın en gözde şehirlerinden biri olurdu.” Doğal zenginlik çok, potansiyel yüksek ama plansızlık ağır. Trafik düzeni yetersiz, otopark yok, yayla yolları kontrolsüz, turizm baskısına karşı şehir merkezinde bir hazırlık yok. Kent, kapasitesinin üstünde yük taşıyor.

Turist gelip gidiyor, Trabzonlu burada yaşıyor

Bu iki gerçek arasında bir denge kurulmazsa, Trabzon’un “cennet” yüzü sadece ziyaretçilere kalacak; yerli halk için ise yaşaması giderek zorlaşan bir yer hâline gelecek.

Çözüm ne?

– Sürdürülebilir turizm
– Kontrollü yayla kullanımı
– Fiyat ve hizmet standardizasyonu
– Altyapı ve trafik planlaması
– Kültürel kimliği koruyan turizm politikaları

Trabzon hem turistin hem Trabzonlunun yüzünü güldürebilecek bir şehir. Ama bunun için “turist gözlüğü” ile “yerli gerçekliği” arasında akıllı bir çizgi çekmek şart.

Eğer bir gün Trabzon’un yaylalarında yürürsen, o eşsiz güzelliğin ardında çok derin bir tartışma döndüğünü de hatırla. Cennet ile yük arasındaki ince çizgi, tam olarak orada başlıyor.