Yıllar yıllar önce, 1930'lu yıllarda, Pazarkapı Mahallesi Mısırlıoğlu Sokak'ta, nur topu gibi biri erkek, diğeri kız, iki amca çocuğu dünyaya geliyor.
Zaman! Aile içindeki geleneksel kanunların geçtiği zamanlar.
İki büyük anne, çocukların yedikleri dolar dolmaz hemen orada karar verirler ve çocukları beşik kertmesi yaparlar.
Yıllar çok çabuk geçmektedir. Kız ile oğlan büyümekte ve evlenme çağına gelmektedirler. Zaman içinde kızın babasının işi dolayısıyla İstanbul'a giderler ve küçük bir köye yerleşirler.
O yıllarda ise Almanya ülkemizden işçi alımı yapmaktadır.
Kız hemen başvurur ve gençliğinin en güzel yıllarında kendini Almanya'da bulur.
O da biliyordu bir şeylerin eksik olduğunu ama işten vakit bulup da düşünmeye bile fırsat bulamıyordu.
Oğlan ise ele avuca sığmayan yakışıklı bir çocuktu. Babasından öğrendiği güreşçiliğe merak sarmıştı.
Öncelikle Trabzon İdman Yurdu ile başlayan güreş hayatına, daha sonra askerliğini otuz altı ay yapmak üzere gittiği İstanbul'da, Deniz Gücü Güreş Takımı'nın seçmelerine katılıp başarılı olarak devam ediyordu.
Şansı yaver gidiyordu. Takım hocası, aynı zamanda Dünya ve Olimpiyat şampiyonu olan efsane güreşçimiz Yaşar Doğu'yla çalışma imkanını yakalıyordu.
Takım arkadaşları arasında, zamanının en ünlü pehlivanları Kurtdereli Mehmet Pehlivan ve Gazanfer Bilge de vardı.
Bu süre boyunca Deniz Gücü adına birçok yarışmaya katılıp başarılı olduğu müsabakalarda madalyalar kazanıyordu. Ama zaman hızla ilerliyordu.
Askerlik hizmeti bitiyor ve memleketi olan Trabzon'a dönmek zorunda kalıyordu.
Hayat işte, kendini birdenbire iş hayatının içinde buluyordu. Babası artık yaşlanmıştı. Dört erkek, ikisi kız altı kardeşi vardı. Erkeklerin en büyüğü olduğu için öncülük yapmak zorundaydı.
Bu arada Trabzon'da da güreş hayatına İdman Ocağı Spor Kulübü'nde devam ediyordu. Babası gibi grekoromen güreşçiydi.
Aynı zamanda ikamet ettiği Pazarkapı Mahallesi'ndeki muhtarlık mazbatasını, Trabzon'da iz bırakmış efsane valilerimizden olan Vefa Poyraz'ın elinden almıştı.
İş hayatına atıldıktan sonra çok sevdiği güreşi bırakmak zorunda kaldı. Artık 23 yaşına gelmişti. Bir akraba ziyaretinde gönlünü güzel bir kıza kaptırmıştı.
Yıldırım aşkı bu olsa gerek! Birbirlerini çok ama çok sevmişlerdi. Hemen evlendiler ve ikisi kız, üçü erkek, beş çocukları oldu.
Anne için hayat çok gaddar ve zalimdi. Genç yaşta yakalandığı amansız hastalık sonucunda, arkasında en büyüğü on bir yaşında beş çocuk bırakarak, 1974 yılının Mart ayında hayata gözlerini yumdu.
Baba, çok sosyal bir adamdı. Beş küçük çocukla birdenbire yapayalnız kalınca bundan sonra ne yapacağına karar vermek zorundayken,
Muhtarlık bürosuna bir gün çok sevdiği büyük halası Harbiye Üstübücü, elinde bir nüfus cüzdanı ile geliyor.
"Hayırdır hala?" der demez, halası Almanya'da yaşayan beşik kertmesi olduğu amcasının kızının da eşinin vefat ettiğini, genç kızlık soyadını almak için nüfus cüzdanını değiştirmek istediğini söylüyor, "Bunu ancak sen yapabilirsin," diyordu.
Nüfus cüzdanını alıp, "Ben bu işi hallederim hala, sen merak etme," dedikten bir gün sonra, Almanya'daki amcasının kızına mektup yazıp, "On beş gün sonra İstanbul'da kararlaştırdığımız yerde buluşalım," diyordu.
Aynı zaman dilimi içinde, iki ay arayla eşlerini kaybeden iki amca çocuğunu kader, yıllar sonra İstanbul'da bir araya getiriyordu.
On beş gün sonra İstanbul'da Tarabya Oteli'nde buluşuyorlardı. Kaderin cilvesi işte, ikisi de eşlerini kaybetmiş, biri üç, diğeri beş çocukla dul kalmıştı.
Sonucunda beşik kertmesiydiler. Adam, nüfus kağıdına kadının kızlık soyadını yazdırmış ama aynı zamanda kafasında şekillendirdiği evlilik sürecini kadının haberi olmadan önceden başlatmıştı.
Tarabya Oteli'nde nüfus cüzdanını kadına teslim ederken evlenme teklifi yapar. Şok ve sürpriz bir kararla hemen oracıkta evlenirler.
Artık yeni bir hayat başlıyordu onlar için. İkisi de doğup büyüdükleri, beşik kertmesi oldukları Pazarkapı Mahallesi'nde birlikte yaşamak için, yani kısacası başladıkları yere geri dönüyorlardı. Kadın iki büyük çocuğunu Almanya'da bırakmış, bir küçük kız çocuğunu Trabzon'a getirmişti.
Aynı zaman dilimi içinde, iki ay arayla eşlerini kaybeden iki amca çocuğunu kader, yıllar sonra İstanbul'da bir araya getiriyordu.
On beş gün sonra İstanbul'da Tarabya Oteli'nde buluşuyorlardı. Kaderin cilvesi işte, ikisi de eşlerini kaybetmiş, biri üç, diğeri beş çocukla dul kalmıştı.
Sonucunda beşik kertmesiydiler. Adam, nüfus kağıdına kadının kızlık soyadını yazdırmış ama aynı zamanda kafasında şekillendirdiği evlilik sürecini kadının haberi olmadan önceden başlatmıştı.
Tarabya Oteli'nde nüfus cüzdanını kadına teslim ederken evlenme teklifi yapar. Şok ve sürpriz bir kararla hemen oracıkta evlenirler.
Artık yeni bir hayat başlıyordu onlar için. İkisi de doğup büyüdükleri, beşik kertmesi oldukları Pazarkapı Mahallesi'nde birlikte yaşamak için, yani kısacası başladıkları yere geri dönüyorlardı. Kadın iki büyük çocuğunu Almanya'da bırakmış, bir küçük kız çocuğunu Trabzon'a getirmişti.
Yıllarca kadın, adamın beş çocuğuna öz anneleri gibi, kendi evlatlarına bakar gibi bakmış, büyütmüş, hepsinin mürüvvetini görmüştü.
İşte o adam benim babam Temel Kandaz, işte o kadın ise üvey annem demeye dilimin varmadığı, bizi öz çocukları gibi kabul eden Nehire Kandaz'dı.
Allah'ım her ikisine de rahmet eylesin, yattıkları yeri cennet mekan eylesin.
Yaşanmış gerçek bir hikayenin sonu, işte bu bizim hikayemiz dercesine yaşandı bitti. Geride kalanlara Allah sağlıklı, sıhhatli, uzun ömürler versin.
Bazen...! İyileşmek istemeyiz çünkü sızlayan yara sevdiklerimizin son hatırasıdır...!
Kalın sağlıcakla...