Sömürü düzeninin dünyada yerleştiği günden bu zamana kadar güçlü ülkeler zayıf ülkelerin kaynaklarına (Yer altı ve yer üstü) el koyarak gereksinim duydukları doğal kaynakları çok düşük maliyetlerle alıp, ülkelerine taşıyarak bir tarafda açlık ve sefalet bırakırken, diğer tarafta da kendi halklarını refah içinde yaşatmaya devam etmektedirler.
Artık günümüzde de değişen bir şey olmadığı, eskiden olduğu gibi askeri işgal yerine ekonomik bağımlılık öne çıktı. Yani borçlandırma ve serbest ticaret antlaşmaları, yüksek gümrük uygulamaları, eskimiş ürünleri yeniymiş gibi satmalar, ambargolar ve özelleştirme adı altında stratejik ve ulusal sektörlerin yok pahasına satın alınması, topraklara çökmeler ve bu anlamda çıkarılan yasalar aracılığıyla sömürü devasa boyutlara ulaşmaktadır.
Bu emperyal zihniyet gereksinim duyduğu madenleri kendi topraklarını korumak amacıyla dışarıdan bir şekilde temin edip, en uç teknolojide kullanılacak ürünlere dönüştürerek yine aynı ülkelere binlerce kat fiyattan satmaktadır.
İşte ülkemizde siyanürle işletilen 16 altın madeni sahası ve maden işletmeciliği için tahrip edilen 378 bin hektar yani üç milyar yediyüz seksen milyon metrekare toprağımız yok olmuş yani elimizden çıkmıştır. Maalesef ülkemizde bu girdabın içinde kalarak, krom, manyezit, bakır ve bor gibi endüstriyel minerallerimiz yıllarca yağmalanmış ve yağmalanmaya da devam etmektedir.
Son yıllarda tüm toplumsal tepkilere rağmen altın madenlerimiz ağaç söker gibi topraklarımızdan alınıp götürüldüğü, doğamızın nasıl yok edildiği herkesçe bilinen çok vahim ve acı bir gerçektir.
Sonuçta yoksulluk ortak hak kayıplarımız ve milyonlarca yılda oluşan madenlerimizin talan edilmesi, ülke topraklarımızın Afrika çölüne dönüşerek bir daha geri kazanımı mümkün olamayacak ve kullanılamayacak hazin sonu yaratan emperyalist yoketme talanı işte böyle bir olgu. Şimdiye kadar yaptıkları sömürü yetmezmiş gibi bugün ise bu canavar nadir toprak elementlerine (NTE) göz dikmiş durumdadır.
Zira savaş sektörü ve endüstrisinin bu minerallere önemli ölçüde ihtiyacı bulunmaktadır. Onun için çok önemli olan 17 element aslında doğada bol miktarda bulunmakla birlikte cevherdeki mineral oranı düşük olduğundan ayrıştırılmaları ve zenginleştirilmeleri çok zor olduğundan NTE ismini almıştır.
Dünyada bu konuda dominant olan Çin mevcut tekel konumunu uzun süre daha sürdüreceği bu durumu, evrensel politik bir silah olarak kullanmakta ve batının gereksinimi olan NTE ihracatını durdurarak pozisyonunu güçlendirmektedir. Bizim ülkemiz dünyada bugün itibariyle nadir toprak elementleri açısından beşinci sırada olmasına karşın, bu minerallerin emperyal zihniyet açısından ele geçirilmesi senaryolarının sürdüğü basında yoğun olarak yer almaktadır.
Ülkemiz için çok önemli olan bu mineraller ileriye doğru uzanan yıllar için geleceğimizin garantisi ve çocuklarımızın güvencesidir, onun için zerresi dahi hiç kimseye verilemez/verilmemelidir.
Bu elementlerin eksikliğinden tek etkilenen ABD olmayıp, AB'de otomotiv parçaları, savaş uçakları ve tıbbi görüntüleme cihazları için gereken NTE mıknatıslarının 0/098'ini Çinden temin etmektedir. Bu metallere dayalı madencilik çok önemli miktarda toksik atık üreten ağır kimyasal işlemler gerektirmekte ve çevresel felaketlere yol açmakta ayrıca, bu cevherler düşük yoğunlukta bulunduğundan rafine ürün elde etmek için çok büyük kayaçların parçalanması ve işlenmesi gerekmektedir.
Onun için bir çok ülke bu sürece mesafeli yaklaşmakta batılı ülkeler çevresel açıdan ve hemde ucuz hammadde temini açısından bizim gibi bu anlamda teknolojisi gelişmemiş ülkelerin kaynaklarını öncelikli görmektedirler. Devletlerin dışında dünyayı yöneten çok uluslu şirketler için NTE hayati önem taşımakta onun için savaş endüstrilerinin, dijital dönüşümün ve ileri teknoloji ürünlerinin ana hammaddesini elde etmek için her yolu denemekten çekinmemektedirler.
Ülkemizde bu madenlerin varlığı uzun yıllardır bilinmekle birlikte özellikle Eskişehir Beylikova'da büyük miktarda rezerv bulunduğu yetkililerce duyrulmuş olup, bu madenlerin zenginleştirilerek metal elde edilmesi çok zor olduğundan tamda bu süreçte Ekim 2025 tarihinde ABD'nin devreye girdiği uluslararası basına yansımıştır.
Haberde Türkiye'nin nadir toprak rezervlerini geliştirmek için ABD ile görüşmelerde bulunduğu öne sürülmüştür. Bu husus inkar edilse bile emperyalistlerin bu madenlerimize göz diktiği ayan beyan ortadadır. Yani bu haberlerin özeti bilimsel ortaklık teknoloji transferi veya ekonomik iş birliği adı altında yapılacak her türlü ilişki sömürü mekanizmasının önünü açacaktır.
Ülkemizde bu anlamada Rusya ve Çin ile yapılan görüşmelerden sonuç alınamamış, özellikle Çin'in teknoloji transferini reddetmesi üzerine ilişkiler yavaşlatılmıştır. Böyle zengin kaynaklara sahip olmak çok önemli ancak yeterli olmayıp, bu kaynakların korunması, ülke ve halkın çıkarları için kullanılması ve bu yönde politikalar üretilmesi çok daha önemlidir.
Aksi halde ülkemiz emperyalistlerin av sahasına döner bizede Afrika çölü kalır... Tüm bunlara karşı ülkemizin yüksek teknoloji üretecek ve uygulayacak insan kaynağı yetiştirmesi, geleceğimiz açısından ciddi bir zorunluluk olduğu gibi büyük önem taşımaktadır.
Onun için ülkemizde maden yasası bu tarz sömürü düzenlerine hizmet etmekte ve ortak kaynaklarımız emperyalist ülkelerin sanayilerine ucuz hammadde olarak sunulmaktadır. Ucuz iş gücüyle işin hamallığı bizlere yaptırılıp, iş cinayetlerinde canımızı alan ve doğamızı talan eden bu sistemin adı sömürüdür sömürge madenciliğidir.
Burada esas alınıp öne çıkarılması gereken husus, antiemperyalizm ve antikapitalizm mücadeledir. Ülkemizin madenlerinin sömürülmemesi için tek toplumsal bileşen bu seçenekten başka bir şey değildir.