TARIMDA TOPRAK, SU VE ÇEVRENİN KORUNMASI

Kutsal kitabımız ve bilimde canlı temelinin su ile başladığı belirtilmektedir.

Onun içindir ki insanlar çağlar boyunca nerde su bulmuşlarsa orada yerleşmişler ve uygarlıklarını burada geliştirerek biyolojik varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Bu bağlamda su tüm dünya da yaşamsaldan da ileri bir öneme sahiptir.

Yani toplumumuz "Su gibi aziz ol" deyimi ile bu ekonomik varlığa verdiği değeri açıkça ifade etmektedir.

Ülke ekonomisinde büyük değeri olan tarım sektörünün gelişimi önemli ölçüde sulu tarımdaki ilerlemelere bağlıdır.

İnsanlık için bu son derece zaruri olan bu kaynak planlı dönemlerden başlayarak yapılan çalışmalar sonunda, üretimde önemli aşamaların meydana geldiği bilinmesine karşın, bu güne kadar hem yeterli miktarda suya ulaşılamadığı ve hemde gerçekleştirilen yatırımlardan istenen faydanın elde edilmediği açık bir gerçektir.

Neticede ülkemizin 28 milyon hektar olan tarım toprakları 20 yılda 24 milyon hektara düşmüş ve halada küçülmeye devam etmektedir

Ancak yer altı ve yer üstü su rezervleri ile sulanması planlanan toprakların dörte biri dahi sulanamamaktadır.

Devletin sulama işlerini devam ettirmesinde konu üzerinde birden fazla kurum yetki kullandığı için ortak bir bileşende buluşulamamakta bu mahalde farklı görüşler çözümsüz tartışmalarla devam etmekte ve her yetkili kurum kendini tek otorite olarak görmede ısrar etmektedir.

Bunların yanında bakanlıklarda ve taşra teşkilatlarında işin başına yetkili olarak oturtulanların içinde, çoğunluğu tarımla uzaktan yakından ilgisi olmayan veya tecrübe birikimi çok cılız olan şahıslar bulunmaktadır.

Aynı zamanda bu kişiler irade kullanmadan ziyade talimatla yönlendirildiklerinden çalışıp sorunları tespit ederek geliştirmek için sorumluluk dahi üstlenmemektedirler.

Aslında ülke tarımında küçük işletmelerin sayısal çokluğu aynı zamanda ekonomik anlamda yetersiz işletmelerin çokluğunu göstermektedir.

Onun için modern tarım tekniklerinin kullanılmaması nedeniyle sulama dahi yapılsa artışlar sınırlı kalmaktadır.

Bu çıkmaz sorunun temelinde mülkiyet yani miras hukuku ile tarım ve toprak reformunun gerçekleştirilememesi yatmaktadır.

Onun için tarımda artık kar amaçlı çalışma gittikçe azalmakta ve ülke tarımı zarar görmektedir.

Çünkü diğer sektörlerde olduğu gibi tarımda da toprak,su ve çevre planlaması yapılarak kaynakların ekonomik kullanımı temin edilmeli ki sektörel bazda bütünlük sağlanmış olsun ve kaynak kullanımı ekonomik karlılığa dönüşsün.

Tüm dünya çevreciliğin ön koşulu olarak doğal üretim kaynaklarını, yani bunların başında gelen toprak ve suyu rasyonel kullanmak ve korumak için çok büyük gayret sarfetmektedir.

Burada koruma ve kullanma kavramı toplumun gelecek kaygısını duyan ve bunu önceleyen bir planlama yaklaşımı olmalıdır.

Zira çevre açısından bakıldığında kirlenen su ve toprak tarımda kullanılmadığı için bu ulusal bir zarar anlamına gelmekte ve tam anlamıyla da bir kaynak israfı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Onun için toprak ve su özel amaçlar için değil toplumun genel yararlarını öne alan bir vatandaşlık görevi oluğu gibi ulusa bir yaklaşımdır.

Tarım için temiz toprak ve temiz su yani temiz çevre dünya ölçeğinde yeni bir yaşam felsefesine dönüşürken ülkemizde ise bir günlük gelip geçici bir eylem olarak algılanmasıda çok üzücüdür.

Çevreciliğin zaman içinde tüm gelişim ve kalkınma stratejilerini etkileyici bir işleve kavuştuğu çok açık görülmektedir.

İşte tam da bu noktada her şeye karşı üretim, her şeye karşı kalkınma anlayışının yerine sürdürülebilir kalkınma ve sürdürülebilir üretim artık ön plana çıkarılmalıdır.

Onun için sağlıklı çevre olmadan, kaynaklar korunup planlanmadan bu süreç hiç bir zaman başarılı olamaz.

Aynı nedenlerle sağlıklı çevrede üretim,sağlıklı çevrede yaşamak temel bir insan hakkıdır ve sosyal devlet bu olanakları toplum için el üstünde tutmak zorundadır.

Ulusal toprak ve su kaynakları ile temiz ürün üretimi ülkemizin geleceği açısından korununması, başta devletimiz olmak üzere 86 milyon insanımızın da özel bir görevi olmalıdır.

Ancak gelinen aşamada koruma görevinin ertelenemez olması gerekirken, özel yararı, karı yada rantı öne çıkaran ve bunları gerçekleştirmek için toplumun geleceğine ipotek koyarcasına, doğal kaynakları tahrip eden anlayış nedeniyle kullanılabilir kaynaklarımız marjinal sınırlara dayanmıştır.

Halbu ki bitkiler için elverişli olan topraklar bin yıl gibi bir zamanda meydana geldiği bilindiği halde ,kısa bir zaman diliminde elden çıkmasıda anlaşılabilir gibi değildir.

Buradan haraketle su toprak verimini en ciddi bir şekilde artıran ekonomik ve yenilenebilir bir kaynaktır.

Yani sulama; verimliliktir, katma değer artışıdır, büyümedir, çevreciliktir, her şeyden önce biyolojinin temeli ve aynı zamanda kırsal alanın demokratikleştirilmesini hayata geçirmektir.

Su kaynaklarımız ile tarım topraklarımızın bol olmadığı değişen iklim koşullarına göre su zengini bir ülke olmadığımız bilindiği halde bu hususlarda toplumun bilgilendirilmeside ötelenmemeli ve bir plan dahilinde devreye sokulmalıdır.

Netice olarak geleceğimiz için başta su ve toprak kaynaklarımız olmak üzere, korumak için her türlü yasal önlem acilen alınmalı ve toplum muhakkak bu anlamda motive edilmelidir.

Korumak yani himaye etmek bir vatandaşlık görevi olup,bundan hiç kimsenin kaçınma lüksü olmamalıdır.

{ "vars": { "account": "UA-28164355-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } } { "vars": { "account": "G-DQTZ4JSXP4" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }