Geçtiğimiz günlerde kulağımıza epey ilginç bir atama hikayesi geldi. Öyle sıradan bir tayin falan değil… Hani bir kişi “Ben sıkıldım” deyip yer değiştirir, “Yok ya burada da keyfim yok” deyip geri döner ya… İşte öyle bir durum.
Şaka gibi ama gerçek: Trabzon’da yetkili bir isim, bir ay içinde iki ayrı tayin yaptırmış. Önce Ankara’ya gitmiş, sonra “Ben orayı beğenmedim” diyerek Trabzon’a geri dönmüş. Ne güzel değil mi? Bizler yıllardır bulunduğumuz yerde sabit duralım, bazıları ise valizini bile toplamadan istediği yere uçsun…
Üst düzey bir yetkiliyle bu durumu konuştuğumuzda verdiği cevap netti: “Yetki bakanlıkta.” Doğru, kâğıt üstünde yetki orada. Ama fiiliyatta? İşte orası biraz karışık...
Mesele aslında birinin nereye gittiği değil. Mesele, nasıl gidebildiği. Ve nasıl dönebildiği. Asıl soru şu: Siyaset, bürokrasiyi ne kadar şekillendiriyor?
Bize hep “Devlet liyakatle yürür” dediler. Ama bugün görüyoruz ki, liyakat koltukların gölgesinde eziliyor. Bazı isimler, belli desteklerle dilediği yere tayin yaptırabiliyor. Bu arada onlarca insan yıllardır yer bekliyor, bir kadro bile açılmıyor.
Ve bu da ayrı bir çelişki: Aynı siyasi irade, bir yandan “bürokrasi çalışmıyor” diye veryansın ediyor, diğer yandan ise bu düzeni kendisi besliyor. Birileri partiyi arkasına alıp istediği gibi şekil çizerken, bazı isimler “tarafsızım” deyip köşesine çekiliyor.
Ama herkesin ortak noktası şu: Herkes koltuğunu koruma peşinde.
Peki ya Trabzon?
İşte kimsenin sormadığı o soru burada devreye giriyor. Bu şehir için, bu halk için, bu memleket için gerçekten kim ne yapıyor?
Atamalar, ziyaretler, koltuk pazarlıkları... Ama sokakta hâlâ bir okulun çatısı akıyor, bir okulun laboratuvarı yok, bir öğrencinin sınıfı hâlâ konteyner.
Belki de biz yanlış yerden bakıyoruz.
Belki de artık "Kimin nerede olduğu" değil, "Kimin ne yaptığı" üzerinden konuşmaya başlamamız gerek.
Ama biliyoruz... O konuşma kolay yapılmıyor.