DERİN YOKSULLUK, AÇLIK IZDIRABI VE GÜVEN MARJI

İnsanların açlık sınırı altında olup en zaruri haklarına dahi erişemediği özgürlükten ve insan haklarından, sosyal dışlanma ve ayrımcılığın sebep olduğu bir olaydır yoksulluk.

Yoksulluk sadece tek başına bir kavram olmayıp kendi içinde birçok alt başlığı bulunmakla birlikte insanların temel yeteneklerini devam ettirecek olan, eğitim, erişim, mal, hizmet gibi hususlarda yoksulluğun insani hak açısından önemli boyutudur.

Yıllar önce ülkemizde yoksulluğun en fazla yaşandığı alanlar büyük şehirlerin çeper mahalleleri, orman köyleri ve kırsal kesim olduğu bilinirken bugün artık toplumun her alanında bu sıkıntı en güncel sorun haline gelmiştir.

Zira sabahtan akşama kadar devletin kurumları dahil, sivil toplum örgütleri ile yazılı ve görsel medya açlık sınırı ve yoksulluk sınırı diye, diye varsıllar söz konusu edilmezken yoksulluk bir sistem ve hak haline getirilmiştir.

Çözüme sıra gelince öneri yok.

Planlama ve kesin sonuç alıcı önlem yok.

Sadece günü geçirmeye yönelik, gelip geçici eylemlerle bir şey yapılmadan yapılıyor politikası pompalanarak umut dağıtılmaktadır.

Halbuki süreç ilerledikçe ve nüfus arttıkça sonsuz olan ihtiyaçların en öncelikli olanlarına ulaşmak bile oldukça zorlaşmaktadır.

Yoksulluk iktisat biliminin önemli bir uğraş alanı haline gelmiş olup mevcut 21.yüzyıl içerisinde dünyada ortalama üç milyar insan günlük iki doların olarak belirlenen yoksulluk sınırının altında ve bir buçuk milyar insanda günlük bir dolar olarak belirlenen açlık sınırının altında yaşamaya çalışmaktadır.

Buradan yaklaşımla ülkemizdeki durum ise gözardı edilemeyecek sosyolojik bir gerçeklik olan açlık ve yoksulluk çözülmesi gereken birincil sorundur.

İnsanlar biyolojik varlıklarını devam ettirmek için asgari düzeydeki fiziki ihtiyaçları karşılanamıyorsa sosyal devlet bunun neresindedir diye haykırarak sormak gerekmektedir.

Bu çetin sorun durup dururken bu hale gelmemiş, biriken sorunlar yığıla yığıla devlet sorunu haline gelmiştir.

21.yüzyılın ilk çeyreğinde asgari ücretli bile açlık sınırının altında maaş alırken aileler bu durumdan en fazla etkilenen toplumun çekirdek kurumlarıdır.

Artık insanlar kaliteli ve konforlu bir yaşam sürmede çok zorlandıkları için ailelerde bu durumdan etkilenerek eski ataerkil yapılarını kaybetmektedirler.

Zira burada hane halkı ve bireylerin asgari yaşam düzeylerini sürdürebilmeleri için gelir düzeyleri yetmediğinden,yardıma muhtaç olmaktadırlar.

Bu yardımlar olmayınca veya yeterliliği düşükse insanları ölüm riskiyle karşı karşıya kalmaları kaçınılmaz olabilmektedir.

Onun için devlet bu insanların biyolojik hayatlarını devam ettirebilmeleri için zorunlu olan minimum gereksinimlerini karşılamak zorundadır.

Devlet gelirlerinin belli kişisel kaynaklara aktarılması pahasına, açlık ve yoksulluğun yükselmesi insan haklarının eşit paylaşımı gibi Anayasal düzenlemeye aykırılık ihtiva etmektedir ki bu durum kabullenilebilir değildir.

Burada insanların ve toplumun kendi seçeneklerini artırması ve kullanmasıda önemli derecede etkilenmekte ve insanların hayattan kopması ve zararlı eylemlere sürüklenmeside gittikçe artmaktadır.

Birleşmiş milletler kalkınma proğramı ve bir çok uluslararası kuruluşun yapmış oldukları çalışmalarda ülkemizdeki açlık ve yoksulluk ızdırabının çok önemli boyutlarda olduğu ortaya konulmuştur.

Ülkemizin insani gelişme sıralamasında 62.sırada,gelir sıralamasında 63.sırada ve eğitimde ise 63.sırada yer aldığı belirtilmektedir.

Ekonomik krizler, başarısız politikalar, plansızlıklar paylaşımdaki dengesizlikler yoksulluğu daha şiddetli bir boyuta taşımış olduğu için acil önlem alma ihtiyacı alarm vermektedir.

1980'li yıllarda art arda yaşanan krizler sonrasında ekonomi küçülmüş, işsizlik artmış, istihdam azalmış, küreselleşme süreci ve neo liberal politikalar sonucu gelir dağılımı bozularak yoksulluğun yükselmesi hızlanıp zenginle fakir arasındaki uçurum artmıştır.

Haliyle fert yoksulluk oranı kentte kırda gittikçe artarak çözümde o derece zorlaşmıştır.

Bu olumsuz sürecin belirleyici diğer bir özelliği şehirlerin cazip bir yaşam merkezi olduğu, konut edinme, üretmeden hazır tüketim gibi eylemlerdeki koordinesizlik sonucu ortaya çıkan rantçı bir zihniyetin yaklaşımları olmuştur.

İktisat biliminin temel amacı toplum refahını artırarak yoksulluğun önlenmesinden ibarettir.

Bu ikilemden haraketle  bir ülkenin gelişmişlik seviyesi açlık ve yoksullukla yakından ilgilidir.

Tüm yardımlaşma kurumlarına rağmen sosyal adaledi temin için yardım sağlama fonlarının kullanılması dahi olayın üstesinden gelemediği ayan beyan ortatadır.

Yoksullara verilen sağlık, eğitim, gıda, yiyecek ve diğer proje yardımlarının sorunu çözemediği uygulamalardan görülmektedir.

Onun için yoksullukla mücadelenin uzun vadede çözüleceği düşünülerek etkin ve verimli politikalar üretilmeli,istihdam yaratılmalı ve üretimden kopanların cazip teşviklerle yeniden üretime yönlendirilmeleri bir ulusal zorunluluk haline gelmiştir

Kalıcı ve radikal önlemler alınmadığı sürece yoksulluk ve açlık gibi ihtiyaçlar daha ağırlaşacak ve içinden çıkılmaz duruma gelecektir.

Temel hedef bu sorunu minimize etmek ve iktisat biliminin ortaya koyduğu kriterleri eksiksiz uygulayararak,sadece işi sosyal yardımlaşmaya bırakmadan her yönüyle çözüm planlamak ve sistemi bu çerçevede yürütmek olmalıdır.

Aksi halde ulusal bir sorun olan bu çıkmaz daha derinleşecek ve içinden çıkılmaz bir duruma evrilecektir.İnsanların yaşam özgürlüğünü başta anayasa olmak üzere yasalar belirler ve yoksulluk bu anlamda bir hak olmayıp aynı zamanda kader olarakta kabul edilemez.

Onun için eşit paylaşım ve güven unsuru devletin otoritesinde olup insanlarda bunu beklemektedir.Yoksulluk,yoksunluk ve özgürlüklerin eksik olmayacağı gibi insan haklarının düzenlenmesi en acil bir görev olmalıdır ki toplumsal refah ve kaliteli yaşamın önü açılsın.

Eğer insanlar faturalarını ödeyemiyor, yakacak yiyecek bulamıyor, öğrencisinin çantasına gıda maddesi koyamıyor ,evlatlarını evlendiremiyor, kirasını ödeyemiyor, çocuğuna günlük harçlık veremiyor, senede evine bir kilo et girmiyor, temel gıda maddelerine ulaşmakta eziyet çekiyor, insanlar pazarlardan artık topluyor, hastanelerden aylarca sonrasına randevu zor alıyor, mutfakta tencere kaynatamama faciası ve sayılamayacak kadar ihtiyaçlar karşılanamıyorsa toplum bozulmaya doğru hızla gitmektedir.

Onun için ızdırabın dinmesi ve güven marjının oluşması için "Her şeyin çaresi vardır ancak, toplum bozuldu mu çaresini bulmak çok zordur"

Artık insanlar pahalılık ve yoksulluğu taşıyamaz hale geldi.

Her şey aydınlık geleceğimiz için.

{ "vars": { "account": "UA-28164355-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } } { "vars": { "account": "G-DQTZ4JSXP4" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }