Konak Sineması
1977 yılı Nisan ayı... Başrollerini Ferdi Tayfur ve Necla Nazır’ın paylaştığı Çeşme filmi, Trabzon’da Konak Sineması’nda gösterime girecekti. Günler öncesinden ortalık adeta yıkılıyor, büyük bir heyecan yaşanıyordu.
Trabzon Konak Sineması, o dönemde sinemalar arasında tabiri caizse “ağır abi” pozisyonundaydı. Genelde tek bir matine yapılırdı ve Konak Sineması’nın müdavimlerinden olmak, o zamanlar bir ayrıcalık sayılırdı. Dönemin koşullarına göre çok elit bir sinemaydı.
Haftalar öncesinden, “Ferdi Tayfur’un filmi geliyor!” anonsları ve “pek yakında Çeşme filmi sinemamızda” duyuruları, şehirde adeta izdiham yaratmıştı.
15 yaşlarındaydım; o taze delikanlılık günlerimizde, pazar günü öğleden sonra saat 14.30 matinesine gitmek için sabah saat 10 gibi mahalleden iki arkadaşımla beraber Uzun Sokak’taki Konak Sineması’na doğru yürüyorduk.
Uzun Sokak’ta o zamanlar İzmir Saz Evi vardı. İzmir Saz Evi’nin önüne geldiğimizde gözlerimize inanamadık. Bir insan kalabalığı ve uzun bir kuyruk... Resmen şaşkınlık içindeydik.
Kalabalığın içinden sıyrılarak Konak Sineması’nın aralığının başındaki Hilal Kuruyemişçisi’nin önüne zor da olsa gelmeyi başardık.
(Şimdilerde aynı yerde Hilal Kuruyemişçisi olmasa da sinemaya her gidişimizde Hilal Kuruyemiş’ten siyah çekirdek alıp ceplerimizi doldurmadan içeri girmezdik.)
Hilal Kuruyemiş’in önüne gelmiştik ama oradan üç adım uzaklıktaki Konak Sineması’na ulaşmak tam anlamıyla bir meseleydi. Adeta bir fuar alanı gibiydi; neredeyse bütün Trabzon oradaydı.
Normal bilet fiyatının beş katına bilet satan karaborsacılar, lahmacuncular, köfte ekmekçiler, Tommiks ve Texas dergileri satanlar... Kaybolan çocuklarını arayan anne ve babalar... Sinemanın önünde her şey vardı.
Sinemanın önünden Uzun Sokak’a kadar üç sıra halinde inanılmaz bir kuyruk uzanıyordu. Bugüne kadar böyle bir kalabalığı ilk defa görüyordum. “İtmeyin çocuklar, ezilecek!” diyen insanların sesleri arasında, bir ara üç arkadaş birbirimizi bile kaybettik.
Biz şanslıydık; biletlerimizi, Konak Sineması’nın büfesini işleten teyzemin eşi Ali İhsan Özdayıoğlu önceden almıştı. Sinemanın saati yaklaşıyordu; izdihamdan içeriye zor da olsa girmeyi başardık.
Sinemanın dışı gibi içerisi de tıklım tıklımdı. Teşrifatçı gelip bize yerlerimizi gösterip oturttuğunda derin bir nefes aldık.
Işıklar kapandı; önce reklamlar, ardından “pek yakında” ve “gelecek program” sunumu yapıldı.
Yetmişli yıllarda, futbolda Anadolu ihtilalini gerçekleştiren Trabzonspor’un fırtınası her yerde esiyordu. Gelecek programdan önce, Coca-Cola reklamında Trabzonspor’un en ünlü futbolcusu Ali Kemal Denizci perdeye yansıyordu. İstanbul’da bir Fenerbahçe maçı öncesi sahaya çıktığında elinde Coca-Cola şişesiyle “Bu kapağın ardında” sloganını söylemesi, film öncesi sinema seyircisini coşturmaya yetiyordu.
Film başlamıştı. Ferdi Tayfur “Çeşme” şarkısını söylemeye başlayınca, kötü kadere isyan edenler, ağlayanlar, sızlayanlar, talihine yananlar, haykırışlarını Ferdi Tayfur ve Necla Nazır’a iletmeye çalışıyordu sanki. Çeşme filmi gösterime girdiği yıl sadece Trabzon’u değil, tüm ülkeyi adeta kasıp kavurmuştu.
Sözleri, müziği ve yorumuyla Ferdi Tayfur’un 1975 yılında piyasaya çıkan “Çeşme” şarkısı, arabesk şarkıların karakteristik özelliği olan karamsarlık, kötü talih, isyan ve pişmanlık havasını içeriyordu.
Filmin hikayesi şöyleydi: Delikanlı, yolunun bir köye düştüğü bir gün, susayınca köy çeşmesinden su içmek ister. Çeşme başında su dolduran güzel bir kız, elindeki tasla bu yabancı delikanlıya su ikram eder. Delikanlı, o günden itibaren yaptığı her şey için büyük bir pişmanlık duymaya başlar.
Şarkı eşliğinde film devam ederken, bizler de Ferdi Tayfur’un şarkılarıyla kendimizden geçmiş, öfkemizi Erol Taş üzerine yoğunlaştırmış, kimi zaman ağlıyor, kimi zaman oğlanla kızın kavuşamamasına isyan ediyorduk.
Film bitip ışıklar yandığında birbirimize baktığımızda hepimizin yüzü, gözleri ağlamaktan şişmiş, bitap haldeydik.
Belki inanmayacaksınız ama o yılların büyüsüyle bu filmi tam üç defa aynı sinemada tekrar tekrar izlemiş, her izleyişimde de hiç sıkılmamıştım.
Ferdi Tayfur, Çeşme filmiyle setlere muhteşem bir giriş yapmış, sinema kariyerinde birçok film çevirmişti ama hiçbirisi Necla Nazır ile başrolünü paylaştığı Çeşme filmi kadar ses getirmedi.
Ne yalan söyleyeyim, ben de yetmişli yıllardan bugüne kadar Ferdi Tayfur’un iyi bir dinleyicisiydim. Çıkardığı her kaseti aldım, dinledim. Şarkılarının çoğunu ezbere bilirim; genellikle araba sürerken açar, hem dinler hem söylerim. Dinlerken de alır götürür beni o yıllara…
Radyodan kulaklara yayılan huzur sesi, kulağa pas bırakmaz, herkesi dinlendirirdi. Ya “İnleyen Nağmeler” ya da “Veda Busesi”… Müziğin müzik olduğu günler... Ahhh o yetmişli yıllar…
Kalın sağlıcakla...